“Kültürün” ne olduğunu? Devletlerin temel hak ve özgürlükleri ihlal etmek ya da hak ihlallerini, meşru tartışma zemininden çıkarmak için nasıl da “kültür” kavramının arkasına saklandığını ele almak elbette bu yazının amacını aşıyor. Ama öte yandan, dünyanın “gelişmiş” ülkelerinde de, “muhafazakâr kültür” savını geçerli bir sav kabul ederek. Hak ihlalleri karşısında, sesini yükselten yurttaşlarına, parmak salladığını görmek, söz konusu hakların, her geçen gün daha fazla tehdit ve kısıtlama ile karşı karşıya kaldığı, Türkiye gibi bir ülkeden bakıldığında yılgınlık ile karışık bir öfke duygusu uyandırıyor.
Özgürlüğümüzden her olayda vazgeçiyoruz, özgürlükleri kısıtlamak için, sav ve iddialar ileri sürülürken, unutulan şey, uygulanmakta olan, çok sayıda kısıtlamaya maruz kaldığımız haklarımızın elimizden alındığını, görmeden riayet ettiğimiz, diğer zorlamalardan daha fazla niye özgürlük kısıtlayıcı olsun? Bazılarınız “toplum sözleşmesi” diyebilir, ama toplum sözleşmesi, özgür bir toplumda yaşayabilmek için, hepimizin özgürlüklerimizin bir kısmını teslim etmek zorunda olduğumuz fikrine dayanmaktadır. Hareket etme özgürlüğümüzü elimizden alan, düşüncelerimize duvarlar ören, insan hayatını dar bir çerçeveye, sınırlı bir bölgeye, dış dünyayla bağlantısı olmayan bir hapishaneye kapatmak demektir. Ayrıca insana ve bilgiye dair, dar ve sefil bir bakış geliştirmek anlamına gelir.
Fiziksel ve zihinsel duvarlar, birbirlerine bağımlıdır. Tehlikeli cehaletin ve korkunç önyargıların sonuçlarıdır… Ülkelerinin kendi tarihlerini zihinlerinden sildiğini görmek ne acı.
Bazen bana soruyorlar, “-bunun normal olmadığını hiç bilmiyorlar mı peki? Farkında değiller mi?”
Evet, biliyorlar hem de çok iyi biliyorlar. Zaten o yüzden toplumdan saklamaya çalışıyorlar, halk öğrenecek diye ödleri kopuyor. Yani yaptıklarının yanlış olduğunu bilmiyorlar diye düşünenler bilsinler ki, bilselerdi, yine vazgeçmezlerdi. Yalnız bilmeleri yetmiyor, duramıyorlar, orası onların utanç duvarı gibi, her yeni gün, yeni bir tuğla koyuyorlar oraya.
Anlayamıyorsunuz değil mi? insan bile bile böyle bir nasıl şeye nasıl devam eder. Ne yazık ki kendilerinden utansalar da, nefret etseler de sonunda aynı şeyi yapıyorlar.
Bu Güç’e mahsus bir şey, göz göre göre mahvolmak. Onların inandığı yanlışlar, bizim bildiğimiz doğrulardan daha güçlü. Bizim gücümüz onları düzeltmeye yetmez. Onlar kendi kurallarıyla kurdukları bir düzende yaşıyorlar, doğru/yanlış, eğer bu kuralların, aksi bir şey olursa, bütün düzenleri çöker ve onlar da, o çöküntünün altında kalırlar.
Mark Twain, “İnsan Nedir?” Kitabın da “…İnsan, bir bukalemundur. Doğasının kanunu gereği, yaşadığı yerin rengini alır. Çevresindeki etkiler onun tercihlerini, nefret ettiklerini, siyasi görüşünü, beğendiklerini, ahlakını, dinini yaratır…” Der.