TOPLUMSAL CİNNETİN AYAK SESLERİ

Yahya ÖGER

Son yıllarda Türkiye’de cinayet vakalarındaki artış, bireysel şiddetten öte toplumsal bir mesele olarak ele alınması gereken bir boyuta ulaştı.

Adli tıp raporları, Emniyet Genel Müdürlüğü verileri ve sivil toplum kuruluşlarının istatistikleri, şiddetin yalnızca bireysel faktörlere indirgenemeyeceğini, aksine sosyal, ekonomik ve kültürel dinamiklerle iç içe olduğunu gözler önüne seriyor. Peki, Türkiye’de cinayetlerin artışının ardında hangi sebepler yatıyor?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne göre, son yıllarda cinayet oranlarında dikkat çekici bir artış söz konusu. 2015 yılında 1.628 olan cinayet vakası, 2022’de 2.000’in üzerine çıktı. Kadın cinayetleri ise daha da vahim bir tablo çiziyor: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2020’de 300’ü aşkın kadın cinayeti işlenirken, bu sayı 2023’te 400’e yaklaştı. Umut Vakfı’nın 2022 raporu, Türkiye genelinde 3.984 silahlı şiddet olayı yaşandığını ve bu olaylarda 2.278 kişinin hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor.

Bu veriler, cinayetlerin bireysel patolojilerden çok daha fazlasına işaret ettiğini gösteriyor. Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında yaşanan değişimler, bireylerin ve toplumun şiddete eğilimini artırıyor.

Ekonomik Daralma, Artan Şiddet,Stres ki Gallup'un 2018-2020 yılları arasında yaptığı bir araştırmada Türkiye, dünyada en stresli ülkeler arasında ilk sıralarda yer almıştır.

Türkiye’de ekonomik sıkıntılar, bireylerin psikolojik ve sosyal dengelerini sarsıyor. TÜİK’e göre 2023 itibarıyla genç işsizlik oranı %20’yi aşmış durumda. Hayat pahalılığı, düşük gelir seviyesi ve gelecek kaygısı, özellikle alt ve orta sınıftaki bireylerde öfke patlamalarına ve şiddet eylemlerine zemin hazırlıyor. Yoksulluk sınırında yaşayan bireylerin, çözümü şiddette araması, toplumsal cinnetin bir diğer göstergesidir.

Özellikle aile içi şiddet ve bireysel silahlanmanın artışı, ekonomik stresin doğrudan cinayet oranlarına yansımasına neden oluyor. Ruh sağlığı hizmetlerine erişimin kısıtlı olması da bireylerin öfke yönetimi konusunda destek alamamasına yol açıyor.

Toplumsal eşitsizlik ve kadın cinayetleri ,kadına yönelik şiddet, Türkiye’de en büyük toplumsal sorunlardan biri olmaya devam ediyor. 2019 yılında 474 kadın cinayeti işlenirken, bu cinayetlerin büyük bir kısmı eş, yakın akraba veya partner kaynaklıydı. Kadın cinayetlerinin artışında ki en büyük faktörlerden biri, aile kurumunun yozlaştırılmaya çalışılması,eşitsizlik ve ataerkil normların yarattığı baskılar, geleneksel namus anlayışı ve kadın üzerinde kurulan tahakküm, kadın cinayetlerini sıradanlaştırıyor.

Adalet sisteminin yetersizliği ve cezasızlık algısı ,şiddet ve cinayet vakalarında adalet sisteminin yavaş işlemesi ve hafifletici nedenlerle verilen indirimler, suç işleyenleri cesaretlendiriyor. İçişleri Bakanlığı’nın 2021 verilerine göre, kasten öldürme olaylarında son 15 yılda %31,5’lik bir düşüş sağlanmış olsa da, cezasızlık algısı toplumsal güvensizliği derinleştiriyor. Özellikle kadın cinayetlerinde sanıkların “iyi hal” indirimi alarak daha düşük cezalar alması, kamuoyunda büyük tepki yaratıyor.

Toplumsal şiddetin gölgesinde gelecek artan cinayet vakaları, toplumda güvensizlik duygusunu pekiştirirken, bireyler arasındaki dayanışmayı da zedeliyor.

Güvenlik önlemlerinin artırılması, şiddet olaylarının azalması için tek başına yeterli bir çözüm sunmuyor. Bu noktada, ekonomik refahın sağlanması, eğitim sisteminde şiddet karşıtı bilinçlendirme çalışmalarının artırılması gibi adımlar hayati önem taşıyor.

Medyanın şiddet üzerindeki etkisi var mıdır ? Elbette vardır. Medya dili ve televizyon dizileri şiddeti tetikleyebilir. Televizyon dizilerinde, haber bültenlerinde ve dijital platformlarda şiddetin normalleştirilmesi veya şiddet uygulayanların kahramanlaştırılması, özellikle gençler ve çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor.

Şiddetin normalleşmesi ve duyarsızlaşma topluma empoze ediliyor..Televizyon dizileri ve haber bültenlerinde sürekli şiddet içerikli sahnelerin gösterilmesi, bireylerde şiddetin olağan bir durum olduğu algısını pekiştirebiliyor. İzleyiciler zamanla şiddete duyarsızlaşabilir ve bu tür olayları sıradan bir durum olarak görmeye başlayabilir. Bazı dizilerde şiddet uygulayan karakterlerin güçlü, karizmatik veya haklı gösterilmesi, özellikle gençler için olumsuz rol modeller oluşturabilir. Mafya dizileri, suç örgütleriyle ilgili yapımlar veya kadına yönelik şiddeti içeren sahneler, izleyiciler üzerinde bilinçaltı etkiler bırakabilir.

Haber bültenlerinde şiddetin sansasyonel sunumu , reyting uğruna görsel medyada cinayet, darp, kadın cinayetleri ve benzeri olayların sürekli olarak ön plana çıkarılması, korku ve endişeyi artırırken, şiddetin bir çözüm aracı olarak benimsenmesine yol açabilir. Ayrıca, suçluların medyada uzun süre yer bulması, onların kahramanlaştırılmasına neden olabilir.

Siyasilerin kullandığı şiddet dili, toplum üzerinde derin ve geniş kapsamlı etkiler bırakabilir. Bu tür bir dil, sadece siyasi atmosferi değil, aynı zamanda toplumsal ilişkileri, bireylerin davranışlarını ve genel toplum sağlığını da etkileyebilir. Siyasilerin şiddet dilinin toplumda yaratabileği bir çok olumsuzlukla karşı karşıya kaldığımız da olmuştur.

Ne yapılabilir?

İşsizliğin azaltılması, gelir adaletsizliğinin düzeltilmesi ve ekonomik refahın artırılması, şiddeti azaltmanın en temel yollarından biridir.

Toplumda şiddetle mücadele konusunda farkındalık yaratacak eğitim programları düzenlenmeli, özellikle gençler arasında şiddete eğilimi önleyici projeler hayata geçirilmelidir.

Faillere yönelik cezaların caydırıcı hale getirilmesi, adaletin hızlı ve etkin işlemesi sağlanmalıdır.

Psikolojik destek ve terapi hizmetlerine erişim kolaylaştırılmalı, bireylerin öfke kontrolü ve travma sonrası destek alabilecekleri mekanizmalar oluşturulmalıdır.

Medya organlarının, şiddeti özendiren değil, toplumsal barışa ve sağlıklı ilişkilere katkı sağlayan içerikler üretmesi büyük önem taşıyor. Alternatif olarak, şiddet karşıtı kampanyalar ve bilinçlendirici programlar teşvik edilmelidir.

Türkiye’de cinayet oranlarındaki artış, yalnızca bireysel vakalar olarak değerlendirilemez. Bu durum, toplumsal bir dönüşümün sinyallerini veriyor. Şiddeti önlemenin yolu, yalnızca polisiye tedbirlerden değil, sosyal ve ekonomik politikaların yeniden düzenlenmesinden geçiyor. Aksi takdirde, toplumsal cinnetin ayak sesleri giderek daha da güçlenecektir...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.