Karlı, puslu, sisli bir havada, 200-300 metreden sonrasının görülmediği herhangi bir sabahın başlangıcında dünyaya, hayata, bireylere, günlük yaşamımıza, ülkeye, devlete/devletlere, ülke sorunlarına bakış açılarımızın nasıl olduğunu değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Bunu yaparken, ilerinin nasıl planlanması gerektiğini düşünmek önemli, ancak geriye de bakmadan bunun nasıl olacağına karar vermek pek mümkün olmayabilir diyorum.
Geride bırakılanlar dikkate alındığında ne olduğuna bakmak lazım.
Ne olmuş, neler yapılmış, kim-kimlerle nasıl?
Devletler, bireyler, aileler, toplumlar, gruplar, en aşağıdan en tepeye kadar uzanan günlük ilişkilerden tutun, uzun vadeli ilişkilere kadar olan zincirin bütün halkalarının tek, tek analiz edilmesi gerekmiyor mu?
Geride bırakılan zaman dilimlerinde bireysel ya da toplumsal bırakılmış etki, iz, var oluş hikâyeleri nelerdir diye bakmak da lazım gibime geliyor.
Bir etki bırakılmış mı, yoksa fark edilmeden mi süreçlerini tamamlamışlar, devletler, bireyler, toplumlar, gruplar, aileler, kentler, köyler falan. V.S gibi.
Hangisini dikkate alacağız?
Bir şekilde etki bırakan/bırakanlar mı, yoksa hiç fark edilmeden süreçlerini tamamlayanlar mı?
Derin ve kutsal ciddiyetle yaklaşım göstermemiz gereken, elbette ki etki bırakan kesimler olmalı, desteklenmeli diye düşünüyorum.
Felsefeci değilim ancak, felsefenin toplumların, bireylerin varlığına, bilgisine, adaletine, doğruluğuna, aklı doğru kullanmasına yardımcı olan çok temel bir düşünce sanatı olduğu konusunda sanırım hemfikiriz.
Yani ahlaktan başlayarak siyasete kadar uzanan yaşam standartlarımız içinde ne varsa, tamamını bünyesinde barındıran bir genel yapıdan söz ediyoruz. Ahlak, en temelde var olmamış ise, bireyden topluma belli standartlarıyla hareket halinde değilse, bireylerin, ait olduğu toplumların gelecekle ilgili umutları istenildiği ölçülerde beslemesinden söz edilemez.
*
Mezopotamya gibi çok ciddi, çok kıymetli bir geçmiş. Derin ve kutsal bir ciddiyetle yaklaşım göstermemiz gereken geride bıraktıklarımıza bakıyoruz, bir de dönüp bugüne, yarına göz atıyoruz, davranış biçimleri ‘ahlak sınırları’ dışında. Yalanla, kandırmayla, günübirlik başarı grafiği ve trafiği üzerinden planlanmış bir yaşam ‘Felsefesi’..
Doğru olanı yapmayı, doğru olanı konuşmayı, söylemeyi sadece beyin trafiğinde yolculuğa çıkaran, açığa çıkarmayan, bunları beyin arşivinde saklamayı kendine ilke edinmiş bir güruh kendini üretmiş ve dayatmış topluma.
Bunlar devleti de toplumu da, milleti de kandırıyor.
Siyaset dünyasıyla ilgili olanlara ‘İktidar seviciler’ diyorum bunlara.
Bir de STK ve sendikacılar var ki, bunu alanları zenginleşme aracı olarak gören, sonrasında siyaset denemesi düşünenler.
Hiç böyle bir yazı çıkacağını düşünmemiştim başlarken. Ne kadar da karma karışıkmış kafam, bu ahlak, siyaset, toplum, davranış biçimi meselesinde.
Adamlar, 35 yaşında devlet başkanı, 36 yaşında başbakan seçiyorlar, biz 65 yaşı sınır olarak belirlemişiz. Hala, aile, aşiret, ağa-bey, şeyh, blok oy tartışmaları yaparak, siyaset dünyasını geride iz bırakmayanlara teslim etme yarışına girmişiz. Bir de paralı olana. Geçen haftaki yazımda vurgulamıştım; bunlar geçerli olsa HDP şimdilerde yüzde 15’lerde başarı grafiği gösteremezdi. İlkleler önemli, parti tüzükleri insanları etkilemeli.
2023 seçimi de sanki ahlakla felsefe arasındaki kapışmadan nasibini alacak gibi. Sonrasının daha doğru olacağını düşünüyorum.