Modern çağın görünmez tehlikesi Titanik Sendromu, adını 1912 yılında bir buzdağına çarparak batan efsanevi “Titanic” gemisinden alan psikolojik ve sosyolojik bir kavramdır.Bu sendrom, bireylerin veya toplumların karşılaştıkları tehlikeleri görmezden gelme, riskleri küçümseme ve kendilerini aşırı güvende hissetme eğilimini ifade eder. Titanic’in batışı, insanların teknolojik ilerlemelere ve kendi becerilerine olan aşırı güveninin trajik sonuçlarını simgeleyen bir metafor haline gelmiştir.
Evet, bir zamanlar “Bu gemi asla batmaz!” diye böbürlenilen koca Titanic vardı. Ne oldu? İlk seferinde, 15 Nisan 1912’de bir buzdağına çarpıp 1.500’den fazla insanın hayatını kaybetmesine neden olarak Atlantik’in dibini boyladı. E tabii, kibrin böylesine deniz bile dayanamaz! İşte tam da bu yüzden, günümüzün görünmez tehlikelerinden biri olan Titanik Sendromu’na hoş geldiniz!
Bu sendrom, hem bireylerin hem de toplumların “Bize bir şey olmaz!” diyerek tehlikeleri görmezden gelme, riskleri küçümseme ve aşırı güvenle hareket etme eğilimini ifade ediyor. Yani tarih boyunca “Biz çok güçlüyüz!”, “Bu sistem asla çökmeyecek!” diyenlerin neden yolda çakıldığını açıklayan psikolojik bir fenomendir.
Titanic, ilk yolculuğuna çıkarken modernliğin ve ilerlemenin zirvesi olarak lanse ediliyordu. Ancak doğa ananın “Sen öyle san!” diyerek sahneye buzdağı sokması, gemiyi sadece denizin dibine değil, aynı zamanda tarihin “ibret ansiklopedisine”de gömdü. Peki, biz bugün bireysel ya da toplumsal olarak aynı hataya düşüyor muyuz? Evet! Çünkü tarih, tekerrür etmeyi pek sever, biz de ders almamayı!
Günümüzün siyasi dünyasında, kendini aşırı derecede güvende hisseden, riskleri küçümseyen politikaların ve liderlik anlayışının Titanik Sendromu’nun birer yansıması olduğunu görmek mümkün. Liderler ve yöneticiler, ekonomiden dış politikaya kadar her konuda sürekli bir başarı ve zafer hikâyesiyle besleniyor. “Biz güçlüyüz, krizler bizi etkilemez!” diyerek adeta batmaz bir geminin kaptanı gibi hareket ediyorlar. Ancak ekonomik krizler, toplumsal çalkantılar ve uluslararası rekabet, bazen Titanik Sendromu’nun kapısını aralıyor; tıpkı bir buzdağı gibi suyun altında sinsice bekliyor. “Bize bir şey olmaz!” mantığıyla atılan adımların, bir gün koca gemiyi alabora ettiğini görmek işten bile değil!
Titanik’in batışı üzerinden verilen metafor çok etkili, ancak Titanik Sendromu yalnızca bu olayla sınırlı değil. Tarihte benzer kibir ve aşırı güvenle hareket eden başka büyük olaylar da var:
• Roma İmparatorluğu’nun çöküşü (güçlü olduklarını düşünüp iç çöküşü göz ardı etmeleri).
• Dot-com balonu (2000) ve 2008 küresel finans krizi (ekonomik sistemlerin “batmaz” sanılması).
• Maya ve Aztek uygarlıklarının çöküşü (çevresel ve sosyal riskleri görmezden gelmeleri).
Bugünün dünyasında da Titanik Sendromu’nun en belirgin göründüğü alanlardan bir kaçı
• Yapay zekâ ve otomasyon sistemlerinin “hata yapmaz” olduğu inancı.
• Sosyal medya platformlarının ve büyük teknoloji şirketlerinin “yenilmez” görülmesi.
• Siber güvenlik tehditlerinin küçümsenmesi ve veri ihlalleri.
Tarihten ders almak mı dediniz? Ah, ne güzel bir niyet! Ama ne yazık ki hâlâ “Batmaz!” olduğuna inananlar var. Hâlbuki en sağlam gemiler bile kötü yönetildiğinde su alır. Önemli olan, ilerleme rüzgârına kapılıp gemiyi hızla sürüklemek değil, olası buzdağlarını hesaba katmaktır. Yani biraz sağduyu, biraz dikkat ve biraz da mürettebatın uyarılarını dikkate almak hiç fena olmaz!
Unutmayın, Titanic’in kaptanı son anda manevra yapmaya çalıştı ama iş işten geçmişti. Siz siz olun, “Batmaz!” sanılan şeylerin nasıl batabileceğini asla küçümsemeyin. Çünkü bazen asıl tehlike, buzdağında değil; o buzdağını görmezden gelen gözlerdedir!
m.nesin.sevinc@gmail.com