Yok, efendim, ‘Bırakmazlar’, ‘Gitmezler’, ‘Devlet ellerinde’ gibi, yurttaşı tedirgin eden şehir hikâyeleri var, özellikle de yaygınlaştırılıyor. ‘Sandıkla gelen sandıkla gider’ sözünü defalarca telaffuz eden iktidarın sorumluları, elbette ki sandıktan çıkan sonuca göre gitmeleri gerektiğini bilecek izana sahiplerdir diye düşünüyorum. Buna rağmen, mızıkçılık yapıp, ‘Gitmiyoruz’ deme şansı demokrasilerde sunulan bir şey değil.
Bütün şanslar sandığa endekslidir, halkın iradesiyle ilgili bir durumdur.
Halkın iradesine ve seçimine rağmen, ‘Gitmiyorum’ demenin argo karşılığı ‘Çökmedir’ ki, laik devletin seyrini de ‘çete devletine’ evirmek anlamındadır. Kimse böyle bir keyfe, lükse sahip değil.
Halk kararını verdiğinde önünde kimse duramaz.
Halka rağmen, halkın koltuğunda oturmanın mutlaka bedelleri olur.
Ben iktidarın böyle bir niyetinin olduğu kanaatinde de değilim.
Bu şehir efsanelerini yayanlar, bir daha bulamayacakları bu iktidar nimetlerinden yararlananlardır.
Gitmeyip ne yapacaklar?
Kalıp, neyi düzeltecekler?
Demokrasiyi mi inşa edecekler?
Gasp ettikleri hak, hukuk, adalet mekanizmasını mı düzeltecekler?
Ekonomiyi mi düzeltecekler?
İşsizliği, enflasyonu, pahalılığı mı sona erdirecekler?
Cezaevlerinde haksız, hukuksuz rehin aldıklarını mı serbest bırakacaklar?
Bunların hiç biri olmayacağına göre, tıpış, tıpış gidecekler.
Türkiye’de toplumsal muhalefet şimdiye kadar hiç olmadığı kadar, Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi aynı omuz hizasında eşit bir çizgide duruyor. İktidar tarafından ötekileştirilen, yok sayılan, hiç hesaba katılmayan, yok edilmeye çalışılan yurttaş topluluğu içindeki bütün kesimler ilk kez aynı safta duruyor, eşit yurttaşlık temelinde bir sistemin hayata geçirilmesi için kararını ortaklaştırmış.
İktidar, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ezici çoğunluğunun tercihi değil. Elbette sandıkla gelip gitme konusunda söyleyebileceğimiz bir şey yok, ancak sandığa gömüldüğü halde, İstanbul seçimlerinde olduğu gibi ‘Çamura yatma’ hikâyesinin alıcısı olmayacaktır. Kendi çevreleri de böyle bir durumun alıcısı olmayacaktır.
Korkuyla, baskıyla, hapis cezalarıyla bir halkı belli bir süre için köşeye sıkıştırmak mümkün olabilir, ancak, bu durum kalıcı değildir. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde dahi yönetimlerin kalıcılığının da bir sınırı olmuştur. Kaldı ki, Türkiye gibi, laik, Seküler anlayışın temelleri üzerinde şekillendirilmiş bir ülkenin, eksik, aksakta olsa, demokrasiyle yönetilmesinden başka da yol söz konusu değil.
Muhafazakar toplum yapısının sosyal demokrat ve sol kesimi kendisinden uzak tutma anlayışının hakim olduğu bir sürecin sonuna geldik. Muhafazakâr sağcı iktidar, ülkeyi çıkmaz bir sokağın içine soktu, çıkmaz sokağın bitimi de aslında uçurum. 14 Mayıs tarihi, o çıkmaz sokak ve sonrasındaki çukurun başından geriye dönüş için bir milat olacak.
20 yıldan sonra Cumhuriyet Halk Partisine olan ilgi ve alakanın çok ciddi ve önemli bir bölümü bu milada ortak olmak içindir. O nedenle sadece Cumhuriyet Halk Partililerle sınırlı bir durum değil. Uzun yıllar bu sınırlı durum aşılamamıştı, şimdi aşılıyor.
Diktatörlükle yönetilen ülkelerde dahi yönetimlerin kalıcılığının da bir sınırı olmuştur. Kaldı ki, Türkiye gibi, laik, Seküler anlayışın temelleri üzerinde şekillendirilmiş bir ülkenin, eksik, aksakta olsa, demokrasiyle yönetilmesinden başka da yol söz konusu değil.
Cumhuriyet Halk Partisine, cumhuriyetin ikinci yüzyılının inşasında rol almak için ilgi ve alaka da bu nedenle. Aday adaylığı başvuru sayısının 3 binlerde seyretmesi son derece önemli.
Bunların bir bölümü iktidar nimetlerinden yararlanmak üzere gerçekleşen başvurular olsa da, ülkeyi uçuruma doğru götüren iktidarın gitmesi konusunda açık tavır aldıkları için önemli. Bütün çabalar önemli, kıymetli…14 Mayıs günü değişikliğe katkıda bulunmak yurttaşlık görevidir, ciddi sorumluluktur, ülkenin ve çocuklarımızın geleceğini garantiye almak demektir.
Devlet halkın devleti, tıpış, tıpış gidecekler…