Başka seçenek bırakılmadığından “direnmek yaşamaktır” şiarıyla onlar da Mazlum ve Dörtler gibi ölümsüzlüğe adımlarını attılar. Tarihte istisnai örneklerini gördüklerimiz gibi kolaya yüz vermediler. En zorunu seçtiler. Ve kendilerini ölümsüzlüğe yatırdılar.
Onlar, gözelerden fışkıran suların birbirine karışarak çoğaldığı, çoğaldıkça coştuğu, coştukça kabardığı ve köpüre köpüre denizlere kavuşmak için delicesine akan Dicle, Fırat gibiydiler.
14 Temmuz direnişçileri, öyle bir savaşım içine girmişlerdi ki, bu kavgada vücudun en küçük yapıtaşı olan hücrelerin birebir savaşıydı. Ölümle savaşımları bir an olsun durmadı. Saat saat, an an sonsuz bir direngenlikle ve kararlılıkla ölümün üzerine üzerine gittiler. Tek gıdaları hava ve bulabilirlerse suydu. Gün geçtikçe eriyorlardı. En güç sınavı çok rahatlıkla veriyorlardı. Çünkü onlar inanç adamlarıydı. İhanet, itiraf ve ölümü dayattığı böylesine zor olan koşullarda irade ve inancın nasıl yenilmez kılınabileceğinin önderi oldular.
Günler haftalar geçti. Açlığın günü ellilere gelip dayandı. Onları direnişten alıkoymak için, yaşamları, hava ve su bir silah olarak kullanmak istediler. Onların ışıkla buluşacağından korktuğu için, aylardır onlara havalandırmayı yasak etmişlerdi, suyu da ilaç gibi veriyorlardı. Susuzluktan çatlar dudakları, suya hasret bırakılır. Ancak onların gönlünde deryalar akmaktadır. Susuzluktan çatlasa da dudakları, kavrulsa da Temmuz yangınında yürekleri aman dilemezler. Güneşin altında susuzluktan eriyen Kerbela şehitleri gibi inançlarına yüklenirler ve dayanırlar tüm dirençleriyle. Onlar için tüm maddi nesneler anlamını yitirir. Derviş Yunusun sabrıyla, ermiş bir bilgenin gönül yüceliğiyle göğsünü gererler zulme.
Verirken son nefeslerini bir şarkı dökülür dudaklarından; özgürlük dolu sözler. İnanç yüklüdür yürekleri. Selam gönderirler dağların doruklarına, şehirlerin varoşlarına. Diyarbakır’ın hücrelerinden yükselen bu özgürlük çığlığı buzulları eritir, bir kor olur yüreklere düşer. Dört kutup yıldızı sönmeyen bir parlaklıkla gökyüzünün karanlığında sürekli parıldayan bir kaynak, karanlıkta yolunu kaybedenlere çoban yıldızı olur. Artık onlar zorda kalanın ilham alacağı bir kaynak olur.
Zindan bir sessizliğe bürünür, Hayri, Kemal, Ali, Akif. peş peşe dört karanfilini ölümsüzlüğe yolcu etmiştir. Zindan derin bir yasa bürünür. Ardıllarına miras olur direnişleri.
Zılgıtlar yükselir dağlara doğru. Kavgaya çağırır genci, yaşlıyı, kadını, kızı, çocuğu. Ses olurlar dağlara, ovalara, yuvarlandıkça büyüyen kartopu gibi.
Zindan duvarları dar gelir onlara, gezerler ülkeyi bir baştan bir başa. Yeni doğanlara verilir adları, eskiden bir iken çoğalarak binlere, milyonlara ulaşır. Türkülerde söylenir, yeminlerde anılır adları. Bağlılık sözleri onların üzerine verilir. Geçmişte Nesiminin, Hallacı Mansur’un, Şeyh Bedreddin’in, Pir Sultan’ın ilahlaşan bedenleri gibi, onlar da bir ölüp bin doğarak kanatlanırlar göğün yedi katına. Ölümsüzleşirler ermişler gibi. Bir destan olur yaşamları. Anlatılır…