Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye yönelik askeri operasyonu dün başlarken, savaş teskeresine meclisteki siyasi partilerden sadece HDP karşı çıktı.
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, operasyonun hedefleri, olası sonuçları ve savaşa karşı tutum üzerine Artıgerçek'e konuştu.
Temelli’nin sorulara yanıtları şöyle:
Kuzey Suriye’ye yönelik operasyonun gerekçelerine dair hükümetin açıklamalarını biliyoruz. Bunlar gerçekler nedenler mi sizce, bu operasyonun asıl hedefi ve amacı nedir?
Cumhurbaşkanı zaten uzun süredir bunu dile getiriyordu. AKP-MHP blokunun Türkiye’ye dayatmış olduğu cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin tükenmesidir bunun en temel nedeni. Sistem tükenmiştir, tıkanmıştır. Türkiye çok ciddi bir krizin içindedir. 23 Haziran ve 31 Mart seçimlerinde HDP’nin ortaya koyduğu strateji sonucunda iktidar kaybetmiştir ve giderek çözülmektedir. İktidar bütün bu krizleri görünmez kılmak için savaş politikalarında ısrar ediyor. Savaş politikalarını dayatarak içerideki başarısızlığını örtmeye çalışıyor.
Bu savaş politikalarının temelinde ise Kürt düşmanlığı yatıyor. AKP-MHP bloku Kürt düşmanlığı ve savaş politikalarıyla ayakta durmaya çalışan bir iktidardır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi düşmanlıktan besleniyor. Toplumu ayrıştırdı ve kendi blokunu yoz bir milliyetçilik ve mezhepçilik üzerinden kurdu. Bu kamplaşmış sistem Türkiye’ye çok ciddi sorunlar yarattı. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz krizin en temel nedeni bu iktidar yapılanmasıdır. Şimdi de aynı şekilde Suriye’de bunu görüyoruz ama bu tek başına bir neden değildir. Türkiye’nin alt emperyal heveslerle şekillenmiş bir Suriye politikası var. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve Suriye politikasının buluştuğu noktada işte bu operasyon oldu.
Yerel seçimler öncesinde Abdullah Öcalan ile avukat görüşlerinin başlaması, çözüm süreci yeniden başlar mı tartışmasını da beraberinde getirmişti. Şimdi ise doğrudan bir askeri harekât ile karşı karşıyayız. Abdullah Öcalan bakımından durum nedir, avukat ve aile görüşleri yapılıyor mu?
Öcalan cephesini çok iyi değerlendirmek lazım. Açlık grevleri sonucunda mutlak tecrit geçici olarak kırıldı. Geçici diyorum, çünkü iki aydır ne aile ne avukatlar görüşebiliyorlar ne de herhangi bir haber alınabiliyor. Sayın Öcalan yeniden en temel haklarından yoksun bırakılmış durumda. Bu süreçte Öcalan çok net bir şey söyledi; ‘ben 2013’de olduğum yerdeyim. Demokratik çözüm için hazırım, çatışmaları durdurabilirim’ dedi ve 7 maddelik bir açıklama yaptı. Suriye meselesine dair de açıklaması vardı.
İçinde bulunduğumuz siyasi krizin çözümü açısından en önemli politik kimlik Öcalan’dır, bu bir gerçek. İktidarın son 5 yılda sergilediği siyasete baktığımızda ise çözümsüzlükten, savaştan, Kürt düşmanlığından beslendiğini görüyoruz. Bu, iktidarın kimyasını bize açıklıyor. Faşizmi kurumsallaştırmaya çalışan bir otoriter rejimle karşı karşıyayız. Bu otoriter rejim bugün durdurulamazsa diktatörlüğe kadar gidebilir. HDP tam da AKP-MHP blokuna karşı mücadelesini bu minvalde geliştiriyor. Ve bu mücadelenin en önemli ayaklarından biri de demokratik çözüm süreci. Bu anlamıyla Öcalan’ın bu süreçteki rolü bizim açımızdan büyük öneme sahip.
Abdullah Öcalan ile devlet arasında görüşmeler var mı, özellikle Suriye konusunda?
Bilmiyoruz. Görüşüyorlar mı görüşmüyorlar mı bir bilgimiz yok. Biz, Öcalan’ın topluma açık bir şekilde görüşmeler yapabilmesini istiyoruz. Salt avukat ve aile görüşmesi de bizim açımızdan yeterli değildir. Bu görüşmeler belli mesajlarının kamuoyuna ulaşması açısından önemli ama yeterli değil. Çözüme katkı sunacak toplumun birçok kesiminim görüşmesi gerektiğine inanıyoruz.
Diğer taraftan AKP bir çözüm süreci istiyor mu istemiyor mu? Bunu anlamanın yolu; 2013 sonrası sürece bakmaktır. Toplumda barışa dair bir umut vardı. Fakat o sırada AKP planlar hazırlıyormuş (Çöktürme Planı’nı kast ediyor). Bugün için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Kısa dönemli Öcalan ile görüşmeler olduktan sonra AKP yine dönüp savaş politikalarını, tecriti dayatan bir noktaya geldi. Demek ki 31 Mart seçim sonuçlarını okuyamıyor, kendisini demokrasi içinde var edemiyor. Ama Türkiye halkları artık böyle gitmeyeceğinin farkında. Türkiye, Erdoğan rejimi ile bir yere gidemiyor. Ya savaşa gidiyor ya da bir toplumsal yıkım yaşıyor. İşte işçilerin, emekçilerin, çiftçilerin durumu, doğada, kentlerde yaşanan yıkımlar ortada. 17 yıldır katlanmak zorunda kaldığımız bu iktidar en temel sorunlara bile çözüm üretemiyor. Kürt meselesini, demokrasi meselesini çözmek gibi politikalar bu iktidardan beklenebilecek şeyler gibi gözükmüyor.
Sizin bu süreçte Abdullah Öcalan ile görüşmek için girişimleriniz olacak mı?
Ben çok açık bir şekilde dile getirdim hem açlık grevi döneminde hem sonrasında. Elbette görüşmek istiyoruz. Sadece biz değil bütün partiler görüşsün istiyoruz. Öcalan’a görüşlerini aktarabilirler, onun görüşlerini dinleyebilirler, eleştirebilir. Meselinin muhatabı Öcalan’dır. İşin muhatabı ortadan kaldırılarak hangi sorun çözülür? Türkiye geçmişte bu deneyimi yaşadı. Bir masa kuruldu, bu masa etrafında görüşmeler vardı ve bir tarafında da Öcalan vardı. Bu masa demokratik müzakereye olanak sağlayacak şekilde yapılandırılmamış olabilir, eksikleri olabilir, devletin rasyonel aklı üretememesi, AKP iktidarının yanlış politikaları olabilir. Şimdi bu yanlışlar olmayacak şekilde bu masayı yeniden kurabiliriz, kurulmalıdır. HDP bu çabayı gösteriyor.
Savaşa karşı tutumunuzu açıkladınız. Peki HDP bu süreçte neler yapacak?
Bu savaşa karşıyız. İnsanlar savaş istemez, iktidarlar savaş ister. Hangi iktidarlar savaş ister? Seçimle gelip seçimle gitmeyi içine sindiremeyen iktidarlar, yönetemeyen iktidarlar, otoriterleşmeden beslenen, kendi menfaatini toplumun çıkarı üstünde gören iktidarlar savaş ister. Yoksa toplum savaş istemez. Savaş herkese ölüm, zulüm, yıkım getirir. Neden savaş istesin insanlar. Bence bütün toplum bunun farkındalığıyla, algı yönetiminden ve psikolojik savaş taktiklerinden kendini kurtararak cesaretle bu savaşa karşı çıkmalı. HDP’ye düşen; toplumun bu duygularının açığa çıkması için elimizden geleni yapmak. Halk toplantılarıyla, mitinglerle, her yerde ortaya koyacağımız demokratik eylemlerle savaş karşıtı mücadeleyi büyütmek istiyoruz. Bugünden itibaren çalışmalara başladık.
Türkiye toplumu hangi partiden olursa olsun bence artık her şeyin farkında. Özellikle 31 Mart seçimleri bu açıdan çok önemli bir etki yarattı. Farkında oldukları eylemin mücadelesini de vermeleri, savaşa karşı çıkmaları gerekir. Her şeyden önce demokrasi mücadelesinde yan yana gelmeleri gerekiyor. Eğer bir demokrasi zemini yoksa orada otoriterleşme vardır, zulüm şiddet baskı vardır. Bir demokrasi zemini de ancak barış ikliminde var olabilir. Herkesin bu savaşa karşı olanca gücüyle karşı çıkmasını istiyoruz.
Bir güvenli bölge oluşturulacağı belirtiliyor. Hem bu güvenli bölgenin hem de askeri operasyonun Suriye ve Türkiye halkları açısından sonuçları ne olur?
Afrin bize ne olabileceğini kısmen gösteriyor. Afrin, Suriye savaşı boyunca çatışmanın olmadığı tek yerdi. Huzurlu bir bölgeydi. Mültecilere ev sahipliği yapmış, farklı inançtan, kimlikten insanlar birlikte üretmiş, birlikte paylaşmışlar. Sonra bir bakıyorsunuz, ÖSO denen bir çete Afrin’i talan ediyor. İnsanlar Alevi oldukları, Süryani, Ermeni oldukları için öldürüldüler. Müslümanlar öldürüldü, yerlerinden yurtlarından edildiler. Kadınlar tecavüze uğradı, pazarlarda satıldı. Türkiye böyle bir şeyi nasıl yaratabilir! Bu hepimizin hicap duyması gereken bir konu. Türkiye kendi toplumsal barışını var etmeli ve komşularına barış ihraç etmeli. Türkiye’nin yurtta sulh cihanda sulh denen bir meselesi vardı. Şimdi içerde savaş dışarda savaş... Bu kötülük Afrin’e neden yapıldı? Zeytinlerini bile sattık. Bu hepimizin ortak utancı. Bizim önceliğimiz Suriye’de savaşı bitirmek olmalı. Suriye halkları kendi iradeleriyle kendi geleceklerine karar verebilmeli. Cumhurbaşkanı’nın elinde bir harita, ‘buraya gireceğiz’ diyor. Gireceği yerde yapacağı köyleri, inşaatları, nüfus politikasını anlatıyor. Üstelik bunu BM’de yapıyor. Birisi kalkıp senin Cenevre Sözleşmesi’nden haberin yok mu, bu anlattığın suçtur, dese ne diyecekti? Uluslararası hukuktan, evrensel değerlerden bu kadar kopuk bir zihniyetle yaşamak zorunda olmamalıdır Türkiye. Bu iktidardan kurtulmalıdır artık.
Sonuçları ne mi olur? Felaket olur. Zaten 100 yıldır süren bir felaket var. Irak ve Suriye rejimlerinin yaptığı katliamlar var. Tekçi anlayışın yansımaları var. Bu zihniyet saldırgandır, farklılıklara özen göstermez, tekçidir. Önümüzdeki yüz yıllık dönemi etkileyecek bir meseledir bu. O yüzden bu savaş mutlaka durdurulmalıdır.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, güvenli bölge ile demografik yapının değiştirileceği eleştirilerine “kendi sosyal hırsızlıklarını örtmeye çalışıyorlar” diye yanıt verdi ve asıl bunu PYD’nin yaptığına işaret etti. Soylu’nun bu açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin İçişleri Bakanı hırsızlık konusuna çok duyarlıysa önce kayyumlarla ilgilensin. Şu anda kendisine bağlı 3 kayyum vardı. Ama sosyal hırsızlık diye bir kavramı uydurmak da ancak esas meseleleri saklamaya çalışanların becerebileceği bir iş.
Türkiye’ye anlatılan Rojava ile Rojava gerçekliği arasında çok ciddi fark var. Orada meclisler var, demokratik bir yaşam var. Suriye’deki halkların bir araya gelerek yaratmış olduğu bir iklim var. Bunun hem toplumsal hem iktisadi hayata yansımaları var. Acaba sosyal hırsızlıktan bahseden zat şunu biliyor mu; orada işsizliğin, enflasyonun olmadığını, sağlık ve eğitim hizmetlerinin parasız olduğunu, herkesin anadilinde eğitim alabildiğini, herkesin kendi inancını özgürce yaşayabildiğini, Rojava’nın böyle bir demokrasi vahası olduğunu biliyor mu? Rojava sadece silahlı güçlerin olduğu bir bölge olarak anlatılıyor. Oysa o bölgede silahlı meselenin yegane nedeni DAİŞ gerçekliği ve Türkiye’nin tehditleridir.
Suriye’nin en huzurlu bölgesi Afrin’di. En demokratik bölgesi de Rojava’dır. Bu gerçeklik ortadadır. Merak eden gitsin baksın. Peki, Türkiye’de bunca sorun varken neden sürekli burası işaret ediliyor? İşte Türkiye’deki sorunların üstünü örten bir iktidar anlayışı var. Sürekli suçla, yalan söyle, iftira at, tehdit et… ‘Nasıl olsa medya da elimde, bir süre sonra insanlar buna inanacaklardır.’ Şimdi de bunu uydurmuş; sosyal hırsızlık.
Sınır ötesi operasyon tezkeresinin süresi TBMM Genel Kurulu’ndaki oylama ile uzatıldı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İçimiz yana yana evet diyeceğiz” açıklaması yaptı. Bu açıklamayı nasıl değerlendirdiniz?
İçi neden yanıyor? İçimiz yana yana dediği meseleyi açıklamadı. Tezkere konusuyla ilgili biz beklerdik ki, tüm partiler her gelen tezkereye he demeden önce hiç olmazsa bir sorgulasınlar. İlkokul çocuğu bile neden sonuç ilişkisi kurar, neden diye sorar. Siz Türkiye halklarının temsilcilerisiniz. Biz 20 yıldır buradan tezkere geçiriyoruz, neden diye sormanız gerekir. 20 yıldır geçirilen bu tezkereler nelere mal oldu, hangi sorunu çözdü? Tezkere geliyor, talimat gibi eller kalkıyor iniyor ve geçiyor.
Suriye’de çözümün yolu askeri yöntemlerden geçmiyor. Suriye 10 yıldır yanmış, ne içi yanması. Biz niye hala yangına benzin döküyoruz? Orada bir yangın varsa bir kova su alın, yangını söndürmeye koşun. Neden hala topla tüfekle yangına gidiyorsunuz? Bir kova su alın söndürün, barıştan bahsedin, barışın yollarını arayın. Bizim beklentimiz bu yönde olurdu. Ayrıca, hem Cumhuriyet Halk Partisi hem diğer partiler kendi tabanlarını çok dinlemiyorlar. Bugün tezkereyi savunan AKP-MHP bloku, yüzde 40’ların altına düşmüş. Türkiye’nin büyük çoğunluğu bu iktidarın uygulamalarına karşı. Tezkere de bu iktidarın uygulamalarından biri. Toplumda böyle bir tepki varken bu tepkiyi görmeyip hala statükonun içine sıkışmak bütün partilerin kendisini gözden geçirmesi için bir uyarı olarak görülmeli. (Kaynak: Artıgerçek)