Ali Abbas Yılmaz/ Özel
TİGRİS HABER - Bingöl Karlıova depreminden etkilenen köylerde inceleme yapan Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Şefik İmamoğlu, Tigris Haber’e konuştu.
Türkiye bir deprem bölgesidir
Doğu Anadolu Fay Hattının 1971 yılında tespit edildiğini hatırlatan İmamoğlu, Türkiye’de jeoloji biliminin 1960’lı yıllardan sonra geliştiğini belirterek şöyle konuştu: “Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Doğu Anadolu Fay Hattı bize yakın konumda oldukları için bölgeyi ciddi şekilde etkiliyor. Şuan her iki fay hattı da hareketlidir. 1971 Bingöl depreminden sonra bakıldı ki bu bölgede ciddi depremler üretme potansiyeline sahip yeni bir fay hattı var. Doğu Anadolu Fay Hattı geçen yüzyıl hemen hemen sönük geçmişti. Esas büyük aktivite Kuzey Anadolu Fay Hattında oluyordu. Kuzey Anadolu Fay Hattı 1939 Erzincan depremi ile kendini gösterdi. Erzincan depremi, Türkiye tarihinin hemen hemen en büyük depremlerinden bir tanesiydi. Yaklaşık 7.9 büyüklüğünde bir depremdi ve 40 bin cana mal olmuştu. Bu depremde Tokat’a kadar alanda ciddi yıkımlar meydana gelmişti. Bu tarihten sonra depremlerin batıya doğru kaydığını görüyoruz. 1940’ta Niksar-Erbağ depremi yaşanıyor. 1943’te Ladik depremi oluyor. Bu dönemde yine Tosya depremi meydana geliyor. 1951’de 6.9 büyüklüğünde deprem meydana geliyor. Ardından Bolu depremi 7.1 şiddetinde gerçekleşiyor. 1967’de Mudurnu taraflarında bir deprem oluyor. Yani, depremler batıya doğru kayıyor.
‘Fay hattına evliyayı da koysanız o deprem olur’
1900’lerin başından bu yana aletsel depremler dönemine girildiğini ve depremin şiddetinin net bir şekilde ölçüldüğünü ifade eden İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir yerde ana bir deprem meydana geldiği zaman X kırığı şeklinde gerçekleşir. X kırığının bir parçası varsa onu tamamlayacak diğer bir kırığının da olması gerekiyor. Fakat bu tespit edilmiyor. Ama ne zaman ki, 1971 depremi oldu ve kırığın varlığı daha iyi tespit edildi. MTA Genel Müdürlüğü 1935 yılında kuruluyor ve ondan sonra yapılan çalışmalar neticesinde fay hatlarının haritası meydana geliyor. Anadolu plakasında Türkiye’nin diri fayları var. Bu faylar son 2 milyon yıllık dönem içinde hareket etmiş olan faylardır. Bu faylar şuan deprem üreten faylardır. En son çökelimlerin meydana geldiği Kuaterner dönemdir. Bu dönemde alüvyonları da etkileyen depremlerin hepsi aktif depremlerdir. Alüvyon yeni oluşuyor ve gelen deprem onu da etkiliyor, bir yerden bir yere göçertiyor. Yani, yan yana olan iki noktanın arasını açabiliyor. Jeoloji bilimi geliştikçe Türkiye’deki bütün fay hatları detaylı bir şekilde incelendi. Bakıldı ki, Türkiye’de 3 çeşit fay hattı vardır. Biri normal faylar. İkincisi bindirme fayları. Bir diğeri de yan yana kayan faylar. Buna da yanal atımlı faylar diyoruz. Bunların deprem üretme kapasiteleri 10-20 kilometreye kadar olan kısımlardır. Bu bölgede yapılan bazı GPS verilerinde bölgenin sürekli aktif olduğu, hareket halinde olduğu görülüyor. 14 üniversite bünyesinde yapılan bir çalışmada biz bölgede GPS aletleriyle inceleme yaptık. Sabitlenen noktalarda 3 gün GPS aleti bekliyor ve ölçüm yapıyor. Yer hareketlerini milimetrik olarak tespit edebiliyorduk. Ölçümler sonucunda baktık ki, Kuzey Batıya doğru, yıllık 20 milimetrelik kaymalar var. Anadolu plakacığı bu kadar dinamik halde ve sürekli hareket halindedir. Tıpkı yaşayan bir canlı gibi, sürekli hareket halinde. Yerin kabuğu yaklaşık 100 kilometre kalınlığındadır ve bu devinimin önüne bir yerde bir engel çıkıyor. Biz depremlere baktığımızda yeryüzünün 20 kilometre derinliğinde kırılmalar meydana geldiğini görüyoruz. Anadolu plakacığında pek çok fay hattı var ve bunlar aktiftir. Dünyanın yaşı 4.6 milyar yıldır. İnsanlığın geçmişi ise 50 bin yıl ancak var. Bu yer hareketleri milyonlarca yıldır devam edip gelmiş. Halk arasında şöyle bir bilinç var, orada insanlar şöyleydi de yok efendim ondan dolayı başlarına bu iş geliyor. Bu çok yanlış bir şeydir. Doğa olaylarını kişisel yorumlarımıza karıştırmamalıyız. Oraya evliyayı da koysanız o deprem olur, çünkü bu bir doğa olayıdır. Deprem de zaten gerekli tedbiri alamayan fakir kesimi vurur. Depreme dayanıklı bina yapamazsanız yıkılır.”
Yönetmelik var, uygulama eksik
Kağıt üzerinde deprem yönetmeliğinde tüm önlemlerin alındığını ancak uygulamada sorunlar olduğunu ifade eden İmamoğlu, şunları söyledi: “Yönetmelikte her şey var ama insanlarımız buna tam olarak uymuyor. 99 depremindeki büyük yıkımdan sonra deprem yönetmeliğine uygun evler yapılmaya başlandı. Deprem bölgelerinde yapılacak yapılara ilişkin tüm detaylı bilgiler yönetmelikte var. Karlıova depremlerini incelediğimde 2005 ile 2020 arasındaki yapı farkına baktım; 2005’te binaların tamamı kerpiç binalardı ve hepsi hasarlıydı. Bu sefer gittiğimde ise (Haziran 2020) binaların çoğunlukla sağlam olduğunu gördüm. Karlıova’da eski yerleşim yerlerini ve fay zonlarını takip ettim. Yıkıntıların çoğunun eski binalarda meydana geldiğini gördüm. Yeni binalarda ise direkt fay hattı üzerinde değilse büyük bir yıkımın olmadığını gördüm. Hasarların bir kısmı zeminden kaynaklanmış. Binanın taşıyıcı sistemleri mutlaka zemine uygun yapılmalıdır. 2013’te yapılan bazı depremzede evlerinin çoğunun depremde hasar aldığını gördüm. Demek ki, müteahhitlik ve kontrol çok önemli. Bir konuda kanunun olması ile o kanunun uygulanması ayrı şeyler. Kitap üzerinde her şey tamam ama uygulayıcılarda zaman zaman eksiklikler oluşabiliyor. Depremler sürekli kafamıza vura vura bu dersi öğretecektir. Binalarımızı deprem yönetmeliğine uygun şekilde yapmalıyız.”
Bağlar depreme dayanıksız
Depreme her zaman hazırlıklı olmak gerektiğini ifade eden İmamoğlu, Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde olası bir depremin Diyarbakır’a etkisine ilişkin şöyle konuştu: “Şuan deprem olmadığı halde Diyarbakır’da bazı eski binalarda eğilme olduğunu görüyoruz. Deprem olmadan bile bazı binalarda hasar ya da yıkım oluyorsa, düşünün ki, deprem olduktan sonra ne olur? 1874 Gezin depreminden dolayı Elazığ Harput’taki minare eğiliyor. Diyarbakır’da da Ulu Camiinin bazı kolonları kırılıyor. Saray mıntıkasında bazı yerlerde çökmeler meydana geliyor. Düşünün o tarihte bir iki katlı binalarda dahi hasar oluşuyor ki, siz bugünkü Bağlar’a olası bir depremde neler olur? Depremin merkez üssü bize ne kadar yakın olursa hasar oranı o kadar artar. Bağlar’daki binaların çoğu 90’larda yapılmış binalar. 90’larda bölgenin özel durumundan dolayı boşatılan köylerden Diyarbakır’a büyük bir nüfus yığıldı. O dönem biraz parası olan müteahhit oldu. Sağlıksız şekilde yap sat evler yapıldı. Evlerin dış kısmını makyajlayarak bu evleri vatandaşlara sattılar. O dönem insanlarımızda yeterli bir deprem bilinci de yoktu. Ev alırken kolan kirişe bakmak yerine, kapsına, penceresine, musluğuna baktılar. Oysa binayı ayakta tutan şeyler, kolon, kiriş ve genel olarak taşıyıcı sistemlerin, zeminin durumudur.”
‘Deprem yönetmeliğine kırsalda da uyulduğu taktirde bir sorun yaşanmaz’
14 Haziran’da Bingöl Karlıova depreminden sonra bölgeye giderek incelemelerde bulunan İmamoğlu, tespitlerini şöyle sıraladı: “Kızılçubuk köyü Karlıova’da tam fay hattının üzerinde bir alanda kuruludur. Burada yaptığım incelemelerde hasarın az olduğunu gördüm, çünkü binalar depreme dayanıklı bir şekilde yapılmıştı. Kolon kiriş sisteminin olduğu ve zemine dikkat edilerek yapılan binalar vardı ve insanlarda deprem bilinci oluşmuştu. Orada yıkılan tek bina hayvanların içinde olduğu eski binaydı. Depremin merkez üssünün bulunduğu alandaki köylerde; Kaynarpınar, Dinarbey, Elmalı’da yapıların büyük bölümünün özellikle de hayvan barınaklarının zarara uğradığını gördüm. Yine burada zeminden kaynaklı betonarme binalarda da hasar vardı. Yıkımlarda proje hatalarının da payı vardı. Kırsalda yapılan binalarda mühendislik hizmetinin olması gerekiyor. Deprem yönetmeliğine kırsalda da uyulduğu taktirde bir sorun yaşanacağını zannetmiyorum.”
Tarım arazilerine yerleşmek çok yanlış
Bina yapımında zeminin sağlamlığının çok önemli olduğunu ifade eden İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunu Elazığ depreminde de gördük. Tarım alanlarına, düzlük yerlere yapılan binalar yıkıldı. Kayalık zemine yapılan binalar ise sağlam. Burada şunu da belirtmek gerekiyor ki, yerleşim yerlerini tarım arazilerinin dışına, zemini kayalık olan alanlara yapmak gerekiyor. Diyarbakır’da da görüyoruz, tarım arazileri imara açılıyor, bu yanlıştır. Tarıma elverişli olmayan kayalık alanlar var ve buralar yerleşim için daha uygun. Hem tarım arazileri korunmuş olur hem de şehirler zemini sağlam alanlara doğru büyümüş olur.”
‘Fay hattı üzerinde ve yakınındaki yerleşimlerde bina envanteri çıkarılmalı’
Deprem bölgesindeki binaların depreme dayanıklı olup olmadığının tespitinin yapılmadığını ifade eden İmamoğlu, şunları söyledi: “Aslında bu gerekli ama halihazırda yapılmış değil ama bunu yapmak kolay da değil. Çünkü hala şehirlerde dahi bina envanteri çıkarılmamış. Tabii ki, devletin bunu yapması lazım. Ama devlet bunu yapmaya yetmiyorsa vatandaşın da bu konuda duyarlılık göstermesi gerekiyor. Bir binanın depreme dayanıklı olup olmadığını test etmek azami 10 bin TL’ye mal olur. Bir apartmanda 20 daire olsa kişi başına çok cüzi bir para düşer. Yani, vatandaş bunu kendisi de yapabilir. Her şeyi devletten beklersek yıllar yılı beklemiş oluruz. Biz devlete bunu öneriyoruz. Hatta köylerde bile ev yapılırken mühendislik hizmeti şartı getirilesin diyoruz. Kırsaldaki yapılar da inşa edildiğinde denetlensin. Devlet yönetmeliği çıkarmış, kendi yaptığı binalarda da bunu titizlikle uyguluyor, kentlerde de denetimler var ama kırsalda deprem yönetmeliğine göre bir yapılaşma olmuyor. Her isteyen istediği yere, istediği şekilde evini yapıyor. Erciş’te TOKİ binalarında baktık ve zerre kadar hasar yoktu. Demek ki, yönetmeliğe uygun evler yapılırsa bir sorun olmuyor. Köylerde yeraltı sularının zemine çok yakın olduğu yerde vatandaş binasını yapmış ve bunu yaparken de hiçbir mühendislik hizmeti, denetimi yok. Biz Jeoloji Mühendisleri Odaları olarak devlete söylüyoruz, devletin bu konudaki yetkili bir birimi kırsalda yapılan evleri denetlesin. Mühendislerimizin çoğu işsiz ve onlara da istihdam alanı açılır. Mühendislerimiz kırsaldaki yapıları denetlesinler. Mühendislere verilecek para depremde meydana gelecek hasarın yanında çok küçük bir oran olarak kalır. Hem yıkım yaşanmamış, vatandaş can mal kaybına uğramamış olur hem de mühendislerimiz işsiz gezmez.”
‘Deprem yönetmeliği kırsalda da uygulanmalı’
Devlette de vatandaşta da depreme karşı toplumsal bilincin gelişmesi gerektiğini belirten İmamoğlu, “Evet, devlet yavaş yavaş bu bilinci oturtuyor ama bunun tüm topluma yayılması ve hakim olması gerekiyor. Dikey şehirleşme yerine yatay şehirleşme esas alınmalıdır. Deprem üreten fay hatları üzerinde şehirler inşa etmek yerine, şehirleri fay hatlarından uzakta kurmak gerekiyor. Fay hatlarına yakın yerlerdeki yerleşimlerde mutlaka deprem yönetmeliğine uygun sağlam ve az katlı yapılar yapılmalı. Diyarbakır’ın yüz yıllık deprem tarihine baktığımızda pek fazla deprem olmadığını görürüz. Diyarbakır’ın zemini sağlamdır. Diyarbakır çevre illerdeki depremlerden etkileniyor. Diyarbakır’da zemin kayalık olduğu için sanayi kurulmasına da müsaittir. İstanbul’a 20 milyon insan yığacağınıza, sanayiyi hep oralara kuracağınıza, Ortadoğu’nun kalbi olan Diyarbakır’a kurmak daha akılcıdır. Gaziantep sanayi olarak çok gelişti ve tüm Ortadoğu’ya malzeme veriyoruz. Yani, planlı bir yapılaşma şart. Nüfusu, sanayiyi deprem riski olan yerler yığmamak lazım. Ülkemizin her tarafı gerek iklim gerek toprak gerekse de coğrafi olarak yerleşime uygundur. Bu kadar olanak içinde kentleri fay hatları üzerine kurmanın bir mantığı yok. Şehir kuracak yer mi yok ki, fay hatları üzerine yerleşiyoruz. Bunu anlamak mümkün değil. Van depremi oldu ve yeni binaları daha sağlam bir zemine doğru götürdüler. İşte yapmamız gereken bu. Özellikle kırsaldaki kerpiç yapılardan kurtulmak lazım. Kerpiç yapılar yerine prefabrik yapılar inşa edilebilir. 2-3 gün içinde bu evler kurulabilir. Kırsalda fay hatları üzerindeki yapıların dönüşümü kolayca sağlanabilir. Bir binanın normal yaşı zaten yaklaşık 50 senedir. Sağlam bir temel üzerine kurulacak prefabrik yapı vatandaşın barınma ihtiyacını karşılayacaktır. Yani, yapı sistemini değişmesi gerekiyor. Bazı köyler var, tıpkı Karadeniz Bölgesindeki evler gibi her biri bir yerde. Herkes kafasına göre tarlasına bir ev yapmış. Bu kadar dağınık yapılaşmaya ne doğru dürüst hizmet götürülebilir ne de bu binalar denetlenebilir. Bu tür yapılaşmaya izin vermemek gerekiyor. Bu konuda devlet önlemler almalı ama vatandaş duyarlılığı da lazım. Afetlere karşı toplumsal bilincimizin gelişmesi lazım. Bu toplumsal bilinç ilkokul birinci sınıftan başlamak kaydıyla temel eğitimde düzenli olarak işlenmelidir” diye konuştu.
‘Biz binanın yıkılmayacağını hesaba katarak masanın altına girin diyoruz’
Deprem anında yapılacaklara ilişkin ise İmamoğlu şunları söyledi: “Deprem anında balkonlara kaçmamak lazım. Ayrıca çok büyük balkonlar da yapmamak lazım. Kolon kiriş uyumu çok önemli. Kolonlar tarafından sıkı bir şekilde desteklenmeyen uzun kirişle çok riskli. Hiçbir suretle kolonları kesmemek lazım. Kolonu yapı içinde fazlalık gören tuhaf yaklaşımlar olabiliyor ki, bu çok yanlış. Evin içinde askıda düşme ihtimali olan her şeye dikkat etmek gerekiyor. Dolapları sabitlemek gerekiyor. Biz binanın yıkılmayacağını hesaba katarak masanın altına girin diyoruz, çünkü ev içinde sarsıntıdan dolayı eşyalardan zarar göresinler istiyoruz. Yoksa bina yıkıldıktan sonra o masa sizi kurtarmaz. Tabii her şeye rağmen korunmak için, evin dar alanları ve özellikle mutfaklar daha elverişli olabilir. Tabii buralarda da su ve gazın hemen kapanması gerekiyor. Bina girişine gazı ve suyu kesmek için valflar konabilir hatta bunlar zorunlu olmalıdır. Koltukların kenar kısımları da bir ölçüde koruyucu olabilir. Yatak odalarında bazaların kenar kısımları koruyucu olabiliyor. Yine, yanımızda bir düdük bulundurabiliriz.”
‘Depreme ve bütün afetlere karşı toplumsal bilinç oluşmalı’
Türkiye’nin deprem bölgesi üzerinde olduğunu ifade eden İmamoğlu, şöyle konuştu: “Biz bir deprem bölgesiyiz. Dünyanın en aktif depremlerinin olduğu bir yerdeyiz. Öyle ki, bu mitolojilere bile yansımış. Anadolu bir fay müzesi gibidir. Her türlü fay var ve bunlar belli bir büyüklükte deprem üretme kapasitesine sahiptirler. Topraklarımızdan yüzde 90’ından fazlası, nüfusumuzun da yüzde 95’i de deprem bölgelerinin içinde yaşıyor. Biz beşikten mezara kadar deprem bilincini kazanmamız ve muhafaza etmemiz lazım. Biz deprem bölgesindeyiz ve depremler bir doğa olayıdır. Doğa olaylarını durdurmanın imkanı yoktur ama on karşı önlemlerimizi alabiliriz. Doğa olaylarını bir felakete dönüştürmeyelim. Yaşadığımız doğa olaylarına göre bir toplumsal bilinç oluşturabilirsek, evlerimizi, binalarımızı sağlam zeminlere ve deprem yönetmeliğine uygun şekilde yaparsak ondan korunabiliriz. Tarım arazilerindeki yerleşimleri terk etmemiz lazım. Zemini kayalık olan alanlarımız var, oralara yerleşelim. Tarım alanlarında tarım yapısın, çünkü toprak kolay oluşmuyor. Taşları un ufak etseniz de onlar taştır, toprağın oluşumu için üzerinden binlerce yıl geçesi lazım. Taşın kimyasal bir zeminle kile dönmesi lazım. Diyarbakır’da bazalt zemine yerleşim alanları kurmak yerine Kayapınar’da tarım alanlarına doğru kent genişliyor. Bu çok yanlış. Buralara imar izni vermemek lazım ama maalesef buna hiç duyarlılık gösterilmiyor. Dere ağzına, alüvyon alanlara bina yapılmaz. Devletteki işleyiş biraz hantaldır ama vatandaşın bu konuda duyarlı olması lazım. Depreme karşı toplumsal bilincin oluşması aynı zamanda yetkililer üzerinde de etkide bulunacaktır. Halktaki sorgulama yetkilileri de görevlerini yaparken daha duyarlı davranmaya sevk edecektir. Yani testi kırılmadan önlemleri almak lazım. Hasar olduktan sonra çabalamanın bir anlamı kalmaz. Önemli olan yaranın açılmaması, çünkü iyileştirme masrafı daha çok olur. Yani, işimizi baştan sağlama alacağız ve yıkımın önüne geçeceğiz. Depreme ve bütün afetlere karşı toplumsal bilincin oluşması olmazsa olmazdır.”