İnkılap:Toplum düzenini daha iyi hale getirebilmek için yapılan reform olarak bilinse de İslami inkılâp,yeni bir düzenin inşasıdır, var olan yanlışları kökten değiştirmektir.En zor iştir yerleşen düzeni değiştirmek,topluma hâkim olan güçlerin kalıntılarını bertaraf etmek sancılı bir süreçtir.Her değişim,beraberinde olumsuzlukları getirir.
Hele fetih kültürü üzerine inşa edilen yayılmacı bir Dünya görüşünüz varsa fikir ağacını toprak ile buluşturmayı hedeflemişsinizdir. Dikilen ağacın dallanması öyle meşakkatsiz değildir. Ağacın dalları çoğaldıkça, dışarıdan dallara,ağaca müdahaleler başlar, budamaya çalışanlar olur, kendince o dallara değişik meyve aşılamaya çalışanlar türer, dalların gölgesinden rahatsız olanlar, ya da gölgeye sahip çıkıp başkalarını ağacın yanından ve gölgesinden kovanlar peydahlanır. Senin emeğin ile yeşeren ağacı sahiplenenler en başta seni gölgeden ve meyveden men eder olurlar.
Konu dağınık olsa da yazayım, enteresandır,Mekke döneminde münafıklara rastlanılmaz, bu vasfı taşıyanlar Medine’de gün yüzüne çıkmaya başladı. Çünkü güç ve iktidardan nemalanma hırsı ağır basınca kemiksiz duruş övünç kaynağı oluverir.
Akla hitap eden din, sadece ahiret işlerini tertiplemek için değil dünya düzenini rayına oturtmak için de bireyi motive eder. Düşünmeyi, tefekkür etmeyi, atalarının yanlışlıklarında ısrar etmemeyi ilke edinirken, dine dış müdahaleyi asla kabul etmemiştir.
Ne var ki dinin kaynağına kendilerini oturtup tek otoriter 'ben' olma noktasında kimi zevat takımı kendilerine ayrıcalıklar tanınmış olduğu iddiası ile ortaya çıkmışlar, dinî bilgiden yoksunluk içinde yaşayan topluluklar reformist bir din gerektiğinde, sağından, solundan kırparak gaga ve ayakları kesik leylek misali modernleşmede gaddar, insana karşı kindar, muhalife karşı tahammülü olmayan din tepside önlerine servis edilir. Taassup ile başlayan yolculuk kendi gibi olmayını tekfir etmeye varır. Çünkü dinin koruyucusu olduğunu idia edenler çevrelerindeki oluşumların dağılmaması için büyük meblağlarla toplumu dizayn etmeye çalışan üst akıl ekibinden böyle taktik alır; kendilerine karşı suni muhabbetler oluşturmak, toplumsal kabullerini sağlamlaştırmak, kalıcı ve muhalefetsiz olduklarını perçinleştirmek için yapmadıkları alicengiz oyunu yoktur.
Üzücü ama gerçek olan şu ki kendilerini efendimiz olarak kabul ettirirler. Son radede onlar artık bizim adımıza konuşmaya, bizim adımıza hareket etmeye hatta bizim adımıza düşünmeye başlayınca kendilerini, nimet saymaya başlarlar. Zorumuza gitse de, görev tarafımızdan kendilerine tevdi edildi.
Varlıkları dinin bekası, davranışları hadisin ve sünnetin asıl kaynağı, söylemleri nas üstü bir lafız olarak kabul görür.
Düşünmek dünyanın en zor işidir. İnsanı en çok yoran, kafa yormak olduğu için, biz, işin en zor kısmını onlara bırakmış olmanın muzafferliğini ve uyanıklığını yaşıyor olacağız. Bu ne mi getirir?Elbette onların direktifleri doğrultusunda bir dini yaşamı benimsemek. İman ve amel kavramını bir kenara bırakıp, dünya ve ahiret kurtuluşunun tek anahtarını onlara bağlanmakta aramak, körü körüne bağlanma destek olur galiba, dinin çıkışını ilahi kattan zaaflarla dolu insani kata kadar indirmeyi başarmak kolay bir iş değil bunu başardık, başaracağız.Düşünmekten kurtulmak, Cenneti, kolay ulaşılamaz, cehennemi ise kendi tekelimize almanın rahatlığıyla oraların tapu memuru görevini almanın mutluluğunu yaşamak daha ne olsun.
Hesabınıza gelen yanlışları doğru kabul etmek,hatta yanlışların doğruluğunu ispata çalışmak için savaşmak,ayetler ve hadisler onların söylemlerini desteklesin diye çaba sarf ederek bir elin yağda bir elin balda yaşamak.. tam da burada Taassupçu olarak ortaya çıkan bir kimlik oluşuyor. Başkalarını taassupçu olmakla suçlarken,aslında ol halimizden bile bihaber olmuşuz.
Niye mi?
İşi bilene sorma zahmetinde bulunmamışız, (Bilen kim? diye soran olursa "Diriye okunması gerekirken ölüye okunan kitabın sahibi" ) kolayımıza geldiği için cehaletmize dört elle sarılmışız, ben merkezli kararlar almış, yanlış ve doğruların çemberini çizerken nefsani arzu ve heveslerimiz yol göstermiş bize. Sevgide ve nefretten vasat yolu tuturamamışız. Dine, akla ve mantığa uygunluk ölçüsü yerine, makama, akara, uygun olsuna feda etmişiz. Kral çıplak demeyi isyankârlık kabul etmiş, yanlışında cemaat abisini, hoca efendiyi, şeyhi, parti liderlerini uyarmayı bir felaket bellemişiz. Onların yanlışlarını toplum nezdinde gizlemek için bin takla atmışız, “Hele bir yanlış yap seni kılıcımla düzeltirim” diyenleri ötekileştirmiş, yermiş, tekfir etmişiz.
Oysa insanın hata yapa bileceğini, hata yapmanın fıtri olduğunu söyleyen yüce yaratıcıya kimi zaman hızımızı anlamamış din öğretmeye çalışmışız.
Mezhepte taassupçuluk, cemaatte taassupçuluk, dinde taassupçuluk hayatımızı kuşatmış, Bizden olmayanı dışlama sırasına gelmişiz. Elimizde etiket makinesi, önümüze gelene damgayı vurma yarışına girmişiz Müslüman değil, cemaatçi değil, tarikatçı değil, bizim mezhep, meşrepten değil, siyasi anlamda bizimle aynı çizgide değil. O değil, şu değil, bu ‘’değil’’lerin sonunda Allah’a, dine büyük bir kin ve nefret oluşturmayı el birliği ile başarmışız.
Sonuç Ortadoğu'da diktatörlerin tahtalarını kendi elimizle oluşturduk. O İslam beldeleriki korku imparatorluğu,sonuç milyonlarca can kaybı korku filmi setini andıran Irak'ın Süleymaniye kentindeki "Kırmızı Emniyet Ulusal Müzesi" Suriye'de Sednaya Hapishanesi.. Kim bilir daha nice devletlerin utanç kaynağı olacak yerler zamanla ifşa olacak.
Şu bir gerçektir Diktatöryal Demokrasiyle yönetilen bütün devletlerde ve özelikle Ortadoğu ülkelerinde muhaliflerin bal kaymak ile besleniyor mu sanan var.
Mamafih şunu tekrarlamakta fayda birilerinin koltuğunu sağlamlaştırmak için "Taassup tekfirciliği, tekfircilik ölüm getirir.
Kalın aklıselimle