"…Bilimsel araştırma yöntemlerinin gelişimi, insan yaşamını öyle değiştirmiştir ki çok eskiden gelen zaman dışı simgeler evreni çökmüştür. Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün tarihsel, çağ açıcı sözleriyle: ‘’Bütün tanrılar öldü!’’… Geçmişin büyüsü, geleneğin bağları kesim ve güçlü darbelerle parçalanmıştır. Mitin rüya ağı dağıldı; zihin tam uyanmış bilince açıldı.
‘’Konu yalnızca artık tanrıların teleskop ve mikroskoptan kaçacak yer bulamaması değildir; tanrıların bir zamanlar desteklediği türden bir toplum da yoktur artık. Toplumsal birim dinsel içeriğin taşıyıcısı değil, ekonomik ve politik bir örgütlenmedir. İdealleri, dünyada göğün biçimlerini görünür kılan hiyeratik temsilinkiler değil, maddi üstünlük ve kaynaklar için zorunlu ve durdurulmaz bir çaba içinde olan laik devletin idealleridir. Mitolojiyle aydınlanan bir ufkun düşleriyle kuşatılmış yalıtılmış toplumlar, artık ancak sömürülecek alanlar olarak vardır.’’
‘’Kahramanın yerine getireceği görev bugün Galileo’nun çağındakilerle aynı değildir. O zaman karanlık olan yerde artık ışık vardır; fakat ışığın olduğu yerde de karanlık. Çağdaş kahramanın görevi, yönelimli ruhun kayıp Atlantis’ini yeniden gün ışığına çıkarmak olmalıdır.’’
Joseph Campbell/Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Tamam, mitolojik tanrılar öldü. Peri masalları geçmişte kaldı. Engizisyon süreciyle fanatizm tarihe karıştı. İnsanoğlu sürekli aşkınlaşan, daha ilerisini amaçlayan bir ruha sahip! Ve bu ruh, ölümsüzdür. İnsanlığın idealleri de, inanç da ölmedi, ölmez de. “Çağdaş kahramanın görevi, yönelimli ruhun kayıp Atlantis’ini yeniden gün ışığına çıkarmak olmalıdır.’’ “Ruhun kayıp Atlantis’ini bulmak”, artık sadece çağdaş kahramanının görevi değil; insanoğlunun kadim özlemidir: Kayıp Atlantis; insanların kula kul olmadan yaşayacağı, eşitlik ve özgürlük beldesidir. İnsanların, bir arada ve özgür yaşayacağı yerdir!
İnsanoğlu, hiçbir zaman tarihten yalıtılmadı. Yaşamımızı çevreleyen kodlar, simgeler boşuna değil. Söz gelimi, yukarıdan görünüşüyle bir kalkan balığını andıran Amed’in Surları; çağlar boyu yankılanan bir hayatın tanığıdır. Zamanı, kavruk bazalt taşlarına hapsetmiş bu tanık; asla yalan söylemez! ‘’UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Diyarbakır Surları; milattan binlerce yıl önce inşa edilmiş ve birçok uygarlıktan süzülerek günümüze gelmiş, heybetli bir bilgedir. ‘’Ağzı var, dili yok Diyarbekir Kalesi!’’
Hasankeyf de Katip Çelebi’nin ‘’Gülün Başı’’ olarak adlandırdığı ve çevresindeki 6.000’e yakın mağarayla insanın ilk yaşadığı yerlerden biridir. Taş köprüler, kaya mezarları, Orta Çağ’a ait üniversite kalıntıları, kiliseler, gizli geçitler, kayalara oyulmuş değirmenler ve devlerin kullandığı gibi duran devasa basamaklar yok olacak artık! Ve toprağın altında halen de dokunulmamış, açığa çıkarılmamış katmanlar, artık sulara gömülecek! Milattan yüzlerce yıl öncesinden günümüze ölümsüz gelen, eşsiz benzersiz, muhteşem Hasankeyf; artık nefessiz kalacak!
Tarih bilinci olmayan ülkeler, başı öne eğik insanlar ülkesidir. Arkaik sorunlarla boğuşan, debelenip duran ve yoksul, örgütsüz, vasıfsız, gözü yaşlı toplumlardır.
Hasankeyf’in çığlıkları kulaklarımızda yankılanırken, Suriçi yerle bir edilmişken, şimdi sıra surlara mı geldi? Hangi aşağılık yaratıklar dadanır olmuş Mezopotomya’nın incisi surlarımıza! Mutlak önlenmelidir.
RUHSATSIZ BİR SEÇENEK...
iri yıldızlar altında
kabuğu surlardan koca bir istiridye
sakladığı kimlere...
‘açıııl, susam açıl’
dokunulmamış gizemin büyülü tenhalığı
ah, öldüren ütopya...
esmer seçeneksin, gül nasıl kokarsa
bir ben mi duyuyorum çağrını
gaipten mi geliyor yoksa...
hangi araçlar ulaştırır beni sana
uçan halılar masallarda kaldı
tılsımım uzaklarda...
bu uğurda yaralar karanfil gibi açar
aşkın gözyaşlarını andırır bir kan bu
öyle sebil akar...
kalbim aman durma
çok ayak izi var
maratoncular derin bir maviliğe koşar
(Ateşin Kehâneti-1989) (Ruhlar Mahşeri- Toplu Şiirler-2015)
Hiçbir canlı türünün incinmeyeceği bir hayat dileğiyle sevgiler, saygılar…
Aydın Alp/ Aralık 2019