çığlık var
ses yok...
yıkım var
onarılmaz
talan var
inanılmaz
silinir tarih
yazılmaz
yiter bin yıllık kültür
yaşanmaz
yürek ateşten kor
kulaklar sağır
bombalar ağır
yaralar var ki
çok daha da ağır
göç var
finiş yok...
eller böğürde
gözler ufukta
umut sıfırda
SIR kara taşlarda
SUR kaldı artık kitaplarda...
Sahi siz göç nedir bilir misiniz?
Hele bir de zorunluysa bu göç… Hazır değilseniz… Aniden dayanırsa kapınıza…
Bir de gidecek yeriniz yoksa…
Dün bağlarda bir evdeydim. İki odalı küçücük bir evde yüreği kocaman insanlar tamı tamına 29 kişi ve dört aile… Düğün yok mevlüt yok… Nedendir bu kalabalık? Soruma cevap verdi odanın bir köşesinde adeta balık istifi gibi sıralanmış korku gözlerle bakan çocuklardan biri…
-Bizi vurdular, bombalar yıktı evimizi…
Bir diğeri;
-Okul çantamı alamadım. Yandı hepsi...
Seslendi anası eli böğründe…
-Ne okulu qurban başan? Biz canımızı zor kurtardık…
Yaklaştım çocuklara, tuttum en küçüğünün elini.
-Adın ne senin?
-Bejan…
-Dertsiz ha…
-He he, dertiz koydux ki dertsiz büyük ola. Dertsiz bir hayatı ola… Ama o vatansız büyüyecek. Gideceğiz buralardan ama nereye, biz de bilmiyoruz…
Titreyen elleriyle gözünden akan yaşları gizlemeye çalışan saçı sakalına karışmış muhtemelen çocukları dedesi olan adam;
-Ben bêle bî şê ne yaşadım ne de gördüm… Evimizi başımıza yıxtîlar. Talan ettiler. Biz nasıl iflah oluruz?
-Nereye gideceksiniz?
-Bilmiyoruz… Nereye gidax, ne yapax? Çıxtıx bî yola ama sonu yoxtır… Bu kadar insan da bu evde yaşayamaz…
Elimdeki bisküviyi uzattığım şirin mi şirin bir kız çocuğuna, evinde en çok neyi özlediği sordum.
-Oyuncaklarım…
Tozdan, topraktan rengi kaçmış elindeki oyuncak bebeğine bakarak, hatırasıyla gülümsedi ve oyuncaklarını, ‘çocuklarım’ diye anlatmaya başladı…
-Bunlardan çok vardı bizim evde. Benim odamda yaşıyorlardı ve ben onların annesiydim. Onlara mama veriyordum. Ben bu bisküviyi yemeyeceğim çünkü onlar şimdi acıkmıştır…
Gözyaşlarımı tutamadım… Yıkıntılar arasında kalan bebeklerini (çocuklarını) doyurmak için elindeki bisküvileri yemeyen bu küçük yüreği kapıp götüresim geldi birden… Ama evsiz-barksız bırakılan bu insanlar olmayan umutları ve yarınlarıyla o kadar güçlü bir şekilde birbirlerine bağlanmışlardı ki küçük kızın bir süreliğine de olsa benimle kalması mümkün değildi…
küçük kızının kaybolan evleriyle alakalı konuşmasını dinleyen babası;
-Bombaların başımıza yağdığı talihsiz bir gecede kendimizi burada, bu akrabalarımızın evinde bulduk. Belki bir gün kendimizi tekrar Sur’umuza geri dönmüş buluruz. Çünkü o karataşları görmeden, o küçeleri arşınlamadan biz iflah olmayız… Gideceğimiz hiçbir yer bize ait olamaz, biz de oralara ait olmayız... Biz SUR’da doğduk, SUR’da ölmek isteriz…
Sesimi içime gömerek;
SIR kara taşlarda
SUR kaldı artık kitaplarda...
Birsen İNAL