Son zamanlarda meydana gelen çocuk kaçırma ve neticesi itibariyle canice hunharca öldürülmeleri veya çocuk cinsel istismarı olayları üzerine Ülkemizde ki mevcut hukuk sistemini ele almak, irdelemek ve değerlendirmek gerekmektedir.
Hukuk sistemlerinin temel amacı adaleti tesis etmek, uygulanacak müeyyide ile suçu caydırmak, suç işleyeni bir daha suç işlemeyecek şekilde infaz kurumlarında eğitmek olmalıdır. Eğer bir hukuk sistemi bu özellikleri içinde barındırmıyorsa sakat ve alil demektir.
İnsanlığın suç tarihi, Hz. Adem’in oğullarından Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle yaşıttır. Bu olaydan itibaren insanlar değişik suç türleriyle suç işlemekte ve işlenen suçlara her dönem ve coğrafyada farkı şekillerde cezalar uygulanmakta ve suçun azaltılması amacıyla tedbirler alınmaya çalışılmaktadır.
İnsanlık tarihinde suçlara daha kesin ve zecri cezaların uygulandığı dönem ve coğrafyalar da olmuştur. Ancak bu cezaların belirlenip uygulanmasında eşitlik prensibine uyulmaması, adalete olan güveni sarstığından cezaların caydırıcı olma özellikleri suç işleyenler açısından ve toplum açısından etkili bir anlam taşıyamamıştır.
Adaletin tesisi, eğitimin bir bütün olarak ele alınması, Aile-okul-toplum ekseninde eğitim iyiye, ahlaklı olmaya, dürüstlüğe yönelten bir misyon üstlenmesi halinde suçun azalacağı, suçlular için uygulanacak cezai müeyyidelerinin suç türlerine göre ağırlaştırılması ile birlikte toplumda suç eğilim ve niyetinin asgari düzeye ineceği genel kabul gören bir husustur.
Ancak, suç anlamında en önemli husus; af müessesesidir. Af müessesesi aslında her hukuk sisteminde vardır ancak bunun uygulanma biçim ve zamanları suçluyu caydırıcı olmak anlamında ki diğer yapılanları kadük bırakmaktadır.
Öncelikle Af konusuna değinmek gerekir. Ancak bu konuya değinmeden önce suç tanımının yapılması gerekir ki Af konusu daha iyi anlaşılabilsin.
Suç insana karşı işlenir. Tüzel kişiliğe yönelik suçlar da özü itibariyle insana karşıdır. Bu itibarla bir Şirkete veya kuruma karşı işlenen suç da özü itibariyle insana karşı işlenmiş bir suçtur. Bu nedenle Devlete karşı suç tanımlamaları doğru bir tanımlama değildir. Çünkü, Devlet bir tüzel kişiliktir ve insanlar tarafından yönetilen ve insanlar topluluğunun refah, huzur ve esenliği için konulan kuralları yönetim erkinde yer alan insanlar eliyle yürüten bir aygıttır.
“Devlete karşı suçlar” tanımı devleti dokunulmaz kılan, her insan tekinden daha değerli kılan bir tanımlamadır ve bu tanımlamanın kendisi sorunlu bir alan oluşturmaktadır. Oysa devlet, yönetimde yer alan insanlar eliyle insanlara daha iyi hizmet etmek, insanların hayatını kolaylaştırmak için oluşturulan bir tüzel kişiliktir. Devlete karşı suçlar doğrudan devleti koruma reflekslerinin en üst seviyede harekete geçirilmesi anlamını taşır. Bu durum da hem adalet dengesini, hem devletin kutsal değil hizmetle yükümlü olduğu gerçeğini örten hatta ortadan kaldıran bir algı ve anlayışın gelişmesine ve yerleşmesine neden olmaktadır.
Devlete karşı suçlar; eğer toplumun genel ve ortak menfaat ve durumlarını ilgilendiriyorsa -vergi suçları, rüşvet, irtikap, kamu malını çalmak gibi- o zaman bu suçları topluma karşı suçlar manzumesine almak gerekir. Eğer toplum huzurunu-güvenlik ve esenliğini-geleceğini bozacak, toplumu sarsacak bir fiil veya cinayet söz konusu ise– terör, uyuşturucu gibi- bu durumda insanlığa karşı suçlar manzumesinden söz etmek gerekir. Cinayet, kişi malına saldırı, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, cinsel saldırı, cinsel istismar, çocuk veya insan kaçırma ve benzeri suçlar da insana karşı suçlar manzumesinde yer almalıdır.
İnsan veya insanlığa veya topluma karşı işlenen suçların öncelikle somut tariflerinin yapılması ve bu somut tariflerde Hakimlere en alt düzeyde takdir yetkisi bırakılarak olabilecek en caydırıcı cezanın öngörülmesi gerekmektedir.
Örnekler isek; Hırsızlık bugün yürürlükte ki kanun maddelerinde öngörülen cezalarla caydırılabilecek bir suç özelliğini yitirmiştir. Oysa toplumda gittikçe yaygınlaşan ve çok az cezalar nedeniyle etkili şekilde mücadele edilemeyen hırsızlık suçu toplumu usandırmış bulunmaktadır.
Uyuşturucu kullanma yaşının ortaokul seviyesine kadar düştüğü bir ortamda; verilen cezaların hiç de caydırıcı olmadığı anlaşılmaktadır. Oysa uyuşturucu suçlarında; üreten, nakleden, sattıran ve satan ile kullanan şahısların aynı şekilde ceza almaları zorunludur ve bu suç örgütsüz işlenemeyecek bir suç türüdür. Kullanıcı olmak sanki mazur bir durum imişçesine hiç veya çok az bir ceza vermek, kullanıcı sayısını arttırırken, kullanıcılara uyuşturucu teminini de cazipleştirmektedir.
Rüşvet suçunda ispat gerektiği kanunlarda yer almaktadır. Oysa “veren alan memnun” mantığı uyarınca Kamuya iş yapan daha çok parayı haksız şekilde kazanmak istemekte, Kamu adına iş yapan personeller de bu kazancı sağlarken haksız bir parayı elde etmektedirler. Bu durumda alan ve veren niye ikrar etsin ki. Oysa rüşvet suçunun en somut gösterge ve delillerinden birisi, Kamuya iş yapanların hayatlarında görülen farklılaşma olduğu gibi Kamu adına iş görenlerin de hayatlarında orantısız farklılaşmadır.
Rüşvet suçu o kadar kangrenleşmiş ve yaygınlaşmıştır ki hiç kimsenin rüşvetle mücadele diye bir derdi de bulunmamaktadır maalesef. Oysa rüşvet suçu bu Ülke insanlarının ortak malı olan Hazineden haksız yere iş yapanlara ve personellere ödemeler yapılmasını ve bu halkın ortak malının bir anlamda çalınmasını, talan edilmesini beraberinde getirmektedir.
Rüşvet suçuna dair yargılama yapan hakimlerin öncelikle personellerin işe başladığından yargılamaya kadar geçen sürede mal varlığında (2. Dereceye kadar kan ve sıhri hısımları dahil) araştırma yapması, kamuya iş yapan ve dava nedeniyle söz konusu olan iş yapanların da aynı şekilde mal varlıklarını araştırması gerekmektedir. Personelin ve iş yapanların aldığı ücretler ile yaptığı harcamaların izlenmesi de bugün ki teknolojik imkanlarla daha bir mümkün hale gelmiştir.
Bir başka örnekleme yapmak gerekir ise; vergi kaçıranlar veya yıllarca vergi vermeyerek vergi aflarını bekleyenler sonra da uzlaşma adı altında faizleri hatta ana paraları dahi sıfırlananlar mevzusudur. Öncelikle vergi kaçıran ile vergisini ödemeyerek yıllarca af bekleyen ve böylece hem indirimlerden hem de hatta ciddi asıl alacak indirimlerinden faydalanan şahıslar, topluma karşı suç işlemiş olmaktadırlar. Bu suçun cezası hem ağırlaştırılmalı hem de bu tarz davrananlar ticaretten mutlaka men edilmelidir.
Bir başka örnekleme de şu olabilir.Karşılıksız çek veren kişiye hapis cezası bulunmamakta ve öngörülen uygulama neticesinde verilecek hapis cezası da asla caydırıcı bir özellik taşımamaktadır. Oysa karşılıksız çek vermek bir anlamıyla muhatap kişiyi dolandırmak anlamına da gelmektedir. Eğer karşılıksız çekler birden fazla ise bu durum doğrudan dolandırıcılık olarak nitelendirilmelidir. Ticari faaliyet olduğu için hapis olur mu mantığı ticaretin geleceğini, insanların birbirine güvenini imha etmektedir. Devlet aygıtının bir görevi de mal ve ticaret güvenliğini sağlamaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak yazıyı çok uzatmış olmamak için şimdilik bu kadar ile iktifa etmek doğru olacaktır.
Af konusuna değinmeden önce iki hususun daha altını çizmek gerekmektedir.
Birincisi; iyi halden dolayı 1/6 oranında yapılan ve suçluların yaklaşık yüzde 99’una uygulanan ceza indirimi. Bu indirim kaldırılmalıdır. Ceza alt ve üst sınırları arasında ki makas epeyce açık ve bu konuda Hakimlere ciddi takdir yetkisi tanınmaktadır ki çoğunlukla da alt sınırdan cezalara hüküm verilmektedir.
İkincisi; ceza infaz sistemidir. Diyelim ki, suçlu 6 yıl ceza alıyor. 2/3 oranında yatacağı hesaplanıyor. Yani dört yıl yatacak. Son bir yılda da şartlı tahliyeden faydalanıyor. Şartlı tahliye öncesi yaklaşık altı ay açık ceza evinde yatıyor. Yani altı yıldan yattığı süre iki yıl altı aya inmiş oluyor.
Zaten bir çok suçta iki yıla kadar olan cezalar yargılama ile Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi devreye girmektedir. Bu durumda ceza alan beş yıl süre ile başka bir suç işlemez ise, veya aldığı ceza ile yeni bir suçtan alacağı ceza toplamı iki yılı geçmez ise hiç dava açılmamış sayılmakta ve şahsın adli sicil kaydına da işlenmemekte ve beş yıl sonunda dosya kaldırılmaktadır.
Şimdi bu ceza ve infaz sistemine bir de arada bir çıkartılan aflar ilave edilmektedir.
Bu tespitlerden sonra- ki bir çok tespit de ilave edilebilir elbette.- şu hususları öneriler olarak dile getirmek mümkündür.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir. İnsana karşı işlenen suçların affetme merci suçun yöneldiği insan veya eğer ölmüş ise ailesidir. Devletin herhangi bir insanın yerine bir suçluyu af etme yetkisi olmamalıdır. Devletin siyaset uğruna; suça muhatap olarak mağdur olan vatandaşın yerine karar alma yetkisi olmamalıdır.
Ancak Ülkemizde maalesef mağdur vatandaşın yerine geçilerek af çıkartılabilmektedir. Hatta bu seçim öncesinde de MHP tarafından af çıkartılması talebi ısrarlı bir şekilde dile getirilmiştir.
Terör, uyuşturucu, vergi kaçırma, rüşvet ve benzeri Topluma ve insanlığa karşı işlenen suçlarda ise; Devlet aygıtının af yetkisi ancak referandum ile mümkün hale getirilmelidir. Yani toplum kendisine karşı işlenen suçları referandum ile affetmek veya affetmemek tercihini kullanmalıdır.
Taciz, cinsel istismar ve benzeri suçlarda ise muğlaklıklar ve ceza hukuku mantığı ile bağdaşmayan hususlar vardır. Kadının şikayeti esas alınmakta ve bütün iddiaları, erkeğin kendisinin yapmadığını ispatlaması istenmektedir. Kadının tek sözü, yeterli ve cezaya mesnet kılınabilmektedir. Oysa ceza hukukuna göre somut ve tartışmasız deliller ile suçun ispatı gerekmektedir. Kadının şikayeti halinde ceza hukukunun bu en temel kriteri göz ardı edilmekte ve erkekten yapmadığını ispat etmesi istenmektedir.
Kadına şiddet elbette ve tartışmasız olarak kabul edilmez bir husustur. Evli çiftler arasında meydana gelebilecek en ufak bir tartışmayı kadının şikayette bulunması halinde erkeğe derhal uzaklaştırma verilmektedir. Bu ve benzeri durumlar aile birliğini onulmaz biçimde sarsmakta ve sonuçta boşanmalara sebep olurken, uzaklaştırma ve benzeri cezalar nedeniyle kadın erkek arasına ciddi bir husumet girmekte ve bazen istenmeyen neticelerin doğmasına da neden olabilmektedir.
Oysa devlet aygıtının bir diğer görevi de aile birliğini koruyucu tedbirler almak, neslin sağlıklı büyümesi ve aile eğitimi almasının imkanlarını oluşturmaktır. Ancak ceza Yasası ve diğer Yasalarda yapılan ve Kadına pozitif ayrımcılık sağlayan değişiklikler ile hem yasaların istismar imkanları arttırılmış hem de aile birliği adeta sabote edilmiş, hem de neslin anne baba ile birlikte sağlıklı büyümesinin imkanları adeta ortadan kaldırılmıştır.
Bir kanun yapılırken birçok hususun birlikte araştırılması, değerlendirilmesi gerektiği malumdur. Toplumun gelenek-görenekleri, alışkanlıkları, psikolojisi, sosyolojisi, Dini eğilimleri, mutlaka gözetilmelidir. Bu hususlar gözetilmeden yapılan yasaların ciddi sıkıntıları da beraberinde taşıyacağını görmek ve kabul etmek gerektir.
İnsanın kendisine, İnsanlığa ve topluma karşı işlenen suçlarda, şu hususların gözetilmesinin faydalı olduğunu dikkate almak gerekmektedir.
Suç mağduru, verilen cezaya dair mutlak görüş ve talep sahibi olmalıdır. Suç mağdurunun affetmesi halinde ceza uygulanmamalıdır. Özellikle insana karşı işlenen suçlarda kısasın uygulanması insanlığa hayat verecektir. Kısasın uygulanıp uygulanmaması ise doğrudan mağdur veya ailesinin görüşü ve isteğine bırakılmalıdır. İnsanlığa ve topluma karşı suçlarda ise ağırlaştırılmış müebbet hapis dahil ciddi ve ağır yaptırımlar öngörülmelidir. Terör eylemini gerçekleştiren failler için idam bir seçenek olarak düşünülmelidir.
Ceza kararlarında takdir yetkisi kullanma makası daraltılmalıdır. İnfaz sistemi mutlaka değiştirilmeli ve kişi aldığı ceza kadar hapis yatması sağlanmalıdır. İnfaz sistemiyle indirimler falan uygulanmamalıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi kaldırılmalıdır. Şartlı tahliye de kaldırılmalıdır.
Af ise yukarıda belirtildiği üzere gündem oluşturabilmelidir.
Çocuk kaçıran istismar eden ve öldürenlere, suçun somut ispatı halinde uygulanacak ceza mutlak kısas olmalıdır. Ancak bu suçları işediği iddia edilenler suç sabit olana kadar ifşa edilmemelidir.
Cezanın uygulanmasında mutlak eşitlik sağlanmalıdır. Bu durum mutlak şekilde her hukuk alanında uygulanmalı ve vazgeçilmez olmalıdır. Yani toplumda güçlü olan, adamı olan falan gibi inanışların mutlaka giderilmesi ve düzeltilmesi, hukuk sistemine güvenin mutlak tesis edilmesi gereklidir.
Öte yandan eğitim sistemi ve medyanın; insan ahlakını bozucu, suçu meşrulaştırıcı, hatta adeta teşvik edici yayınlarının toplum ve nesil emniyeti açısından düzeltilmesini sağlayacak ve engelleyecek bir sistem oluşturulmalıdır. Örnek bu yıl gösterime giren “çukur” adlı dizi mafyatik suçları meşrulaştırıp özendirirken, diğer bir çok dizi de kadın erkek ilişkilerinin nikahsız meşrulaştırıcısı, hatta asla olmaması gereken ilişkilerin olabilir olduğunun taşıyıcısı olduğunu görmek ve buna göre tedbirler almak gereklidir. Alınacak tedbirlerin sansür falan gibi sözüm ona özgürlük teranelerine kurban edilmemesi ve caydırıcı özellikler taşıması gereklidir elzemdir.
Aileden başlayarak topluma kadar suç eğilimlerini azaltacak bir eğitim ve ahlak sistematiğinin geliştirilmesi zorunludur. Dine düşman tavırlarla, ahlaksızlığın özendirildiği bir yapıyla, eğitimin rafa kaldırılıp sadece öğretimin esas alındığı bir anlayışla toplumu yarına ve selamete sağlıklı olarak erdirmek mümkün değildir.
Bu hususlarda herkes ve kesimin elini taşın altına koyması ve üstüne düşeni, hesapsız, siyaset üstü, pazarlıksız yerine getirmesi acildir elzemdir. Çünkü, kaybedilecek olan gelecektir, nesillerdir.
Sadece cezalarla suçların önlenmesinin mümkün olmadığı, suçun işlenmesinin zihinsel kodlarının değiştirilmesi ve toplumsal algısının değiştirilmesi, bu amaçla ciddi çalışmaların, gayretlerin yapılması da kaçınılmazdır.
Unutulmamalıdır ki, halk tarafından içselleştirilmiş bir ahlaki sistemi olmayan toplumlar; geleceklerini her tür suç ve suçluyla mücadele etmekle geçirmek zorunda kalacaklardır. Vicdanın, sevginin, merhametin ve dinin tatile çıktığı, insan ve toplum hayatından uzaklaştığı bir hal yaşanması; suç türlerinin artması ve suçluların çoğalması olacaktır.
Adalet “sonuna kadar masumiyeti aramaktır.” diyor Taptuk Emre. “Adalet dengede olmak ve dengeyi bulmaktır.” diyor İmam Matüridi. Adaleti esas ve vaz geçilmez kılmak ve insan tekinden toplumsal hayata kadar içselleştirilmesini sağlayacak bir inanış ve güvenin tesisi gereklidir. Adalet bir diğer anlamıyla da kendisine yapılmasını istemediği şeyi kişinin başkasına da yapmaması ve buna razı olmaması anlayış ve inancıdır da.
Son bir hususu da şudur; toplumun dindarlarının örnek olmak, örnek bir hayat tarzıyla insanlara ciddi katkıda bulunmak gibi bir mecburiyetlerinin olduğu tartışmasızdır. Her dindarın,“dini dar” halden bir an önce sıyrılması ve asli hali olan dini; (adil olmak, dürüst olmak, emin olmak, ticaretinde sağlam olmak, insanlara karşı sevgili, saygılı ve merhametli olmak, haram olandan mutlak sakınmak, kul hakkına yönelik asla ihlalde bulunmamak gibi) mutlak olarak hayatının her alanına taşıması gecikilmemesi gereken bir durumdur.
Eğer bu hale hemen evirilmez ve bu hal etkin kılınmaz ise; hızla çürüyen toplumun geleceği karanlık ve yeni nesiller kayıp nesiller olacak ve bu Ülkenin “Ülke” olarak kalması da neredeyse mümkün olmayacaktır.
Wesselam.