Paul Celan’ın en az kendi ismi kadar ünlü ve dahi anlamlı şiirinin adıdır “Ölüm Fügü”…
“Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü / ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri hiç durmaksızın içmekteyiz / bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor / Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan / hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete / bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor / köpeklerini çağırıyor ıslıkla / sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar kazdırıyor / bize buyruk veriyor hadi bakalım şimdi dansa
“Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü / ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları hiç durmaksızın içmekteyiz / Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan / hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete / senin kül olmuş saçlarını Sulamith bir mezar kazıyoruz / havada rahat yatılıyor
“Adam bağırıyor daha derin kazın toprağı siz ötekiler / şarkılar söyleyip dans edin / tutup palaskasındaki demiri savuruyor havada gözlerinin rengi mavi / sizler daha derine sokun kürekleri ötekiler devam edin çalmaya ve dansa
“Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü / ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları hiç durmaksızın içmekteyiz / bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete / senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor
“Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya’dan gelen bir ustadır / sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler duman olup yükseliyorsunuz göğe / sonra bir mezarımız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor
“Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü / sonra öğlen vakitlerinde ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır / akşamları ve sabahları içmekteyiz hiç durmadan / ölüm bir ustadır Almanya’dan gelen gözleri mavi / bir kurşunla geliyor sana tam göğsünden vurarak / bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete / köpeklerini salıyor üstümüze havada bir mezar armağan ediyor / yılanlarla oynuyor ve dalın düşlere ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır
“senin altın saçların Margarete / senin kül olmuş saçların Sulamith…”
Celan 22’sinde düşer Nazi kampına 18 ay kalır ölüm kampında ve ikinci dünya savaşının hemen sonrasında yazar yaşadıklarının özeti olan Ölüm Fügü’nü… Naziler, akşam karanlığında tutsakların kafalarına birer kurşun sıkıp öldürmeden önce kendi mezarlarını tutsakların kendilerine kazdırırken sırasını bekleyen diğer tutsaklardan sanatçı olanlara da keman çaldırırlar(mış)i mezar yeri olacak olan o ölüm çukurlarının etrafında…
Latin Amerika’nın dünyaca ünlü edebiyatçılarından Carlos Fuentes 1968 yılında roman yazarı arkadaşlarına dostlarına seslenerek “kurgusal anlatımlardan” oluşan ve her yazarın “kendi ülkesinin diktatörleri” üzerine yazmalarını ister. Amacı “Los padres de la patria-Baba topraklarının babaları” ismini taşıyan bir antoloji derlemesi bırakmaktır tarihe…Yazar dostları bu projeye sıcak bakmalarına rağmen proje gerçekleşmez. Ama yıllar sonra Kolombiyalı Gabriel Garcia Marquez sanki bu projenin gerçekleştiricisi gibi; “Başkan Babamızın Sonbaharı”nı yazar…
Yazarlar, topluma bir “kimlik bağışladıkları” gibi köklerini de mensubiyetlerinin dilinin esinlendikleri ve yönlendirdiklerinde bulurlar. Bu sebeple marifet; hızlı ve basit olanın göklere çıkarılan erdemlerini bir kenara iterek adeta yok olmaya yüz tutan ama geleceğe de kalabilecek olan tefekkür derinliğine, ilerlemenin yavaşlığına ve yükleniciliğin zorluğuna dair ısrardır…
Bu sebeple an’ı yaşarken yine an’ın meşakkatlerine ve insan tekini kahreden zaman zaman umutsuzluğa garkeden zorluklarına saplanmadan zulmün, zorbalığın sonsuza dek yaşayamayacağına inanmak gerek.
Ez cümle Alberto Manguel’in Kelimeler Şehri’nden bir uzunca alıntı ile sözü bağlamak gerek…”Canavarlar sonsuza kadar canavar kalmazlar. Bu, hikâyelerin bize sunduğu esinlerden biridir. Toplum yasalarının sınırları dışında oldukları düşünülen canavarlar, kelimelere yakalanarak, kelimeler aracılığıyla aktarılarak ya da fikir ve diyalog için bir hareket noktası görevi üstlenmek üzere ileri sürülerek bir anda tüm trajik insaniyetleriyle görülebilirler. Böylelikle bizden farklı olduklarından dolayı değil ama bize bir hayli benzedikleri ve bizimle aynı şeyleri yapmaya muktedir oldukları için korkunç eylemlere kalkışabilen yaratıklar olarak karşımıza çıkarlar.
Hikâyeler, gerçeklerin bunlar olduğunu söylerler bize ve bu korkunç olaylar ortak varoluş çemberimize dâhildirler. Akıl almaz, sihirli ve kötücül edimler değil, bizim etimize kemiğimize ait edimlerdir bunlar ve etle-kemik onların yasını tutabilir, onları anımsayabilir ve belki de bir gün onları günahtan kurtarabilir (bu, imkânsız görünse de değildir). Bu sebeple Dil, güçlü bir muhasebe yetisine sahiptir…”
Noktanın noktası o halde şu olmalı; Kelimeler, bize sadece gerçekliği bağışlamakla kalmaz, bizim için gerçekliği savunabilir de…
Dil’zar değil, Dil’dar ve Dil’azad olmaklığın an’larını yaşamak vaktidir…
02 Aralık 2016 Diyarbekir
Şeyhmus Diken