“Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.”
-Albert Einstein
Bilim insanları kimi zaman uzun yıllar süren deneyler ve gözlemlerde bulunuyor. Kısa vadede bu gözlemlerden sonuçlar alsalar bile gözlemlemeye ve farklı sonuçlar elde etmeye devam ediyorlar. Bilim sürekli bir değişim içerisinde oluyor bu durumdan dolayı. Bilimsel verilerin hemen hemen tümüne baktığımız zaman, çok yakın bir geçmişte bulunduklarının farkına varıyoruz. Her ne kadar günümüz teknolojisine bakıp “Bu teknolojiden ötesi olamaz!” diye söylensek de, ucu bucağı görünmeyen bir yolun tam olarak başında bile değiliz bilimsel keşifler konusunda. Böyle düşünen sadece ben değilim tabi ki; “Bugün mağara insanlarının Dünya'yı algılama şekli karşısında neler hissediyorsak, bundan 200 yıl sonra yaşayacak insanlar da bizim düşünce şeklimize baktıklarında büyük ihtimalle aynı şeyi hissedeceklerdir!” diye söz ediyor bu durumdan Jorge Cham ve Daniel Whiteson. Aynı isimler evrenle ilgili sadece %5’lik bir bilgi birikimine sahip olduğumuzu ve o birikimde bile kesinlik olmadığını belirtiyorlar. Burdan da tekrar anlıyoruz ki yaşadığımız evren hakkında neredeyse hiçbir fikrimiz yok!
Bilim insanlarının uzun gözlemlerinden biri olan ve yaklaşık 27 yıldır gözlemlemekte oldukları cisimlerden biri de S2 Yıldızı. Bu yıldız hakkındaki ilk gözlem sonucunu bilim insanları 2010 yılında duyurmuşlardı: Evrende kendi yörüngesinde dönen bu yıldız, bir tam tur dönüşünü 15.2 yılda tamamlamıştı. Bu bilginin elde edildiği o zamandan sonra son dönemlerde de yeni bir bulgu elde edildi: S2 her tam turunu bitirdiğinde yörüngesinde bir sapma oluyordu ve bu yıldız elips şeklini değil rozet şeklini oluşturuyordu. Zamanının ötesinde olduğunu bir daha kanıtlayan Albert Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı"na da tamamen uyuyordu bu durum. Einstein'ın bir asrı aşkın bir süre önce ileri sürdüğü bu kuramı, bilim adamları hâlâ çürütemedi. Aksine gün geçtikçe daha da güçlü kanıtlar elde edildi bu kuram hakkında. O dönemde var olan teknoloji ile bugünkü teknolojiyi kıyaslamaya çalışırsak aradaki farkın ne kadar dik bir uçurum oluşturduğunu fark ederiz. Peki bizim teknolojimizin onda birine dahi sahip olamayan Einstein veya biz son birkaç yıldır kablosuz cihazlar üretirken, kablosuz enerji iletimini bir asrı geçen bir süre önce keşfeden Tesla nasıl oldu da böyle büyük buluşlar ortaya çıkardılar? Onları teşvik eden imkansızlığın kendisi miydi yoksa tamamen onların genleriyle mi alakalıydı bu durum -ki tamamen genlere bağlı olmadığı da kanıtlanmış durumlardan- veya onların görüp de bizim göremediğimiz başka bir şey mi vardı? Bu yazı dizimde bu soruların cevaplarını gerek okuduğum kitaplardan, gerek araştırmalarımdan ve gerekse yabancı kaynaklardan bulduklarımı çevirerek bulmaya çalışacağım. Bu sayede bilimin ve teknolojinin kazandığı ivmeye realist bir bakışla yaklaşmaya çalışacağız. Bulunacak ve keşfedilecek bir şeyin kalmadığı bahanesine sığınmamızın aslında ne kadar yanlış olduğunu da kanıtlamaya çalışacağım bunlarla birlikte.
Edebi yazılarımın ve öykülerimin yanı sıra tamamen evrene olan merakımdan ortaya çıkan bu yazı dizisini, umuyorum ki beğeneceksiniz. Ama en baştan anlaşalım: Hiçbir fikrimiz yok!
Zeynel Hebun Güler