Hüzün ve hazan; nedense iç içedir ve birbirini çağrıştırır. Hüzün; içe kapanıklık, gönül üzgünlüğü olarak açıklanır sözlüklerde. Evet, hüzün içe dönmedir; bütün yaratıcılığın kaynağı olan içe dönmedir. Bir anlamda insanın kendini ve hayatı sorgulamasıdır. Hüzün hem anımsama hem de düş kurmadır. Hüzün andan, bugünden, kaynaklanır; ama insanı hem geçmişe götürür hem de geleceğe taşır. Hüzün; hem geçmişe özlemdir hem geleceği düşlemektir. Hem geçmişin güzelliklerinin anımsanması hem de pişmanlık duygusudur.
Hüzne ilişkin konuşulacaksa Ahmet Haşim’in dizesini anımsamamak olmaz. “Melali anlamayan nesle aşina değiliz.” Hüzünden anlamayan kuşak bize tanıdık gelmez diyen Ahmet Haşim’in, hüzün konusunda radikal bir duruşu var. Bence bir şair duruşu bu. Hüznün duyumsanmadığı ortamlarda ne şair olur ne de şiir! Bu saptamadan şairlerin melankolik olduğu anlamı çıkarılmasın. Varoluş olarak insana en yaraşır duygudur hüzün! Hüzünlenme, insanın insan olduğunu gösterir. Çünkü hüzün, hayatın ve insanın sorgulanmasıdır. İnsanı canlı tutan ve olgunlaştıran bir duygudur. Yeri geldiğinde hüzünlenebilen insan, yaşamdan ve toplumdan kopmamış demektir. Hayatın tersliklerine karşı gelebilen; acıları ve sevinçleri paylaşabilen bir insan demektir. Buradan Şair Ahmet Telli’nin, hüznün isyan olur dizesini de anımsatalım. Ünlü heykeltıraş Rodin’in “Düşünen Adam” heykelini, “Hüzünlenmiş Adam” olarak da anlamak mümkündür.