Kasım ayı başında yapılan 2'nci olağan kongre ile HDP Diyarbakır İl HDP’nin önümüzdeki döneme ilişkin politikalarına ve çalışma planına ilişkin önemli açıklamalarda bulundular.
5 Kasım’da yapılan HDP Diyarbakır 2'nci olağan kongresinde İl Başkanlığına seçilen HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanları Mehmet Şerif Camcı ve Filiz Buluttekin ile görüştük.
HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Mehmet Şerif Camcı,
HDP Eşgenelbaşkanları ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanaları başta olmak üzere partinizin yöneticileri ve çok sayıda partiliniz hapiste. Bunun yanı sıra kitle bağlarınızda ve kitlenizi mobilize etmenizde ciddi sıkıntılar yaşıyorsunuz. Böyle bir siyasal konjonktürde Diyarbakır il başkanlığı görevine gelmek omuzlarlınıza ciddi bir sorumluluk yüklemektedir. Siz böyle bir süreci hangi politikalarla nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
‘Siyaset yoluyla toplumun sorunlarına, çözüm bulmanın önü tıkatıldı’
“Partimiz ve geleneğini devam ettirdiğimiz geçmiş partilerimiz de bu tür uygulamalara, baskılara, engellemelere hep maruz olageldi. Bu bizim açımızdan çok hazırlıksız olduğumuz bir durum değil açıkçası. Lakin son dönemdeki OHAL eksenli başlayan ve barış masasının devrilmesi ve sürecin sonlandırılmasından sonra devlet tarafından topyekûn bir yönelimle başlayan sürecin karakteri elbette kendine göre biraz farklılıklar arz ediyor. Bu çerçevede sorunuzda da belirttiğiniz pek çok uygulamaya maruz kaldık ama bu durum toplamda demokratik siyaset yolunun ortadan kaldırılmasını hedefleyen uygulamalardır. Siyaset yoluyla toplumun sorunlarına, yaşadığı sıkıntılara çözüm bulmanın önünün tıkatılması sadece çatışma, savaş ve faşizan yaklaşımlara varan baskılarla artık toplum dizayn edilmeye çalışılıyor. Bu kent üzerinde, indiğiniz her yerde her ortamda toplumun üzerinde nasıl bir baskı kurulmaya çalışıldığını basın mensupları olarak siz daha rahat görebilirsiniz. Herkeste bir tedirginlik, herkeste yarına dair bir kaygı hakim ve kent adeta ciddi bir tıkanmışlıkla karşı karşıya bulunuyor. Bu tıkanıklık sadece siyaseten bu çalışmaları yürüten partimize, milletvekillerine, belediye başkanlarına, parti yöneticilerine yönelik uygulamaların da ötesinde topyekûn halka, topluma yönelik uygulamaların baş gösterdiğini hissediyoruz. Bu dönemi farklı kılan biraz budur. Geçmiş dönemlerde, 90’larda da sadece parti yöneticilerine ve mücavirindeki kişilere yönelik belli uygulamalar yapılırdı ama bu dönemde hedef artık bir bütün olarak neredeyse tüm yurttaşlardır. Benden değilse, düşmanımdır yaklaşımıyla bir tutum sergileniyor. Tehlikeli olan da tam da budur. Çünkü buradan hareketle siz eğer toplumda pek çok insanı işinden aşından ederseniz, gözaltı ve tutuklamaları binlere, on binlere vardıracak şekilde orantısız bir şekilde uygularsanız bu artık hedefin toplumun geneli olduğunun açık emaresi durumuna gelmiş olur. Binlerce insan işinden gücünden edildi, insanlar artık yarın evine nasıl ekmek götüreceğinin derin kaygısını yaşıyor. Binlerce insan haklarında açılan soruşturmalarla, davalarla adeta diken üzerinde tutuluyor. Bu ve benzer uygumlalar yurttaşın devletle olan bağının kopmasına yol açıyor. Yani, yurttaşlık illiyetinin kopuşuna götürüyor. Çünkü beden değilsen, benim gibi düşünmüyorsan, benim partime oy vermiyorsan ben de devlet olarak elimdeki bütün olanakları kullanıp seni etkisizleştiririm mesajı verilmeye çalışılıyor. Bu aslında uzun vadede devletin meşruiyetini dinamitleyen bir tutumdur. Siz eğer yürütmeyi düşündüğünüz politikaları, toplumda yaratmaya çalıştığınız ‘değişimi’, kendi lehinize düşündüğünüz tarzdaki değişimi bu tür baskı araçlarıyla uzun süre oluşturamazsınız. Toplum bun nedenle çok sıkıntılı, hareket alanı daraltılmış bir tarzda, en ufak bir demokratik bir tepkiyi gösterme, bu uygulamalara karşı sesini duyurma ve hak arama yollarına etkin erişim önünde pek çok engelle karşı karşıya. Böyle bir toplumdan sağlıklı bir toplum çıkmaz. Toplum mutlaka kendi içinde bir çıkış yolunu bulur ama devlet yurttaş ilişkisi açısından bu sağlıklı bir yere varmaz.
Bir kopuşa mı götürür?
‘Devlet ve yurttaş arasında kopan bir bağ var’
Duygusal olarak zaten pek çok konuda farklı düşündüğü için, ana sorun olan Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki ısrardan dolayı, kendi temel hak ve özgürlüklerine erişimden dolayı zaten ciddi tıkanıklıklar var. Zaten devlet ve yurttaş arasında kopan bir bağ var. Çünkü bu sese kulak vermiyor devlet. Bunu dinlemiyor, duymak bile istemiyor. Yurttaşın bunu duyurabileceği mekânlar demokratik tepki yöntemleridir; yürüyüşlerdir, açıklamalardır. OHAL sürecinde zaten bunların tümü ortadan kalkmış. Ama öylesine sessizliğe bürünmüş bir kent gibi görünse de içten içe kaynayan, homurdayan, bir çıkış arayan bir kent olarak tanımlayabiliriz Diyarbakır’ı. Diyarbakır sıradan bir kent değil. Bu kent her yönüyle, siyasal bir merkez olması, tarihi boyunca bir cazibe merkezi olması dikkate alındığında bu kenti zapturaptla, OHAL yasalarıyla, faşizan uygulamalarla teslim alabileceklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Bu kent her evinde bu konuda bedel ödemiş, ağır acılar yaşamış insanlar topluluğunun toplamıdır. Bu kentin sosyolojisi yanlış okunuyor. Bu kentin nerede durduğu, nasıl durduğu yanlış okunuyor. Bu kentteki insanlar 7 Haziran’da nerdeydilerse şuan gene siyasi olarak aynı yerdeler.
Siz bu kentin sosyolojisini siyaseten nasıl okuyorsunuz; kent her ne kadar sandıkta benzer tavır gösterse de partinizin çağrılarına karşı bir ilgisizlik yok mu, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Bu kent niye sessiz, niye tepki vermiyor’
İşte bunun nedeni devlet eliyle yürütülen politikalardan kaynaklı. Yurttaşın bugüne kadarki tepkileri demokratik sınırlar çerçevesinde bütün bu rahatsızlıklarını iletmeye yönelikti. Vatandaşın elinden alınan işine, aşına karşı verdiği demokratik tepkilerde bile yaka paça gözaltı ve tutuklamalar uygulamaya konuluyor. Bu yüzden de bu kent niye sessiz, niye tepki vermiyor, partimizle daha etkin bir buluşmayı sağlayamıyor meselesinde buraya bakmak gerekiyor. Şuan yurttaşlar bilseler ki, devletin çıplak zoruyla karşı karşıya gelmeyecekler, partimizin en ufak bir çağrısında on binler bir araya gelir mi gelmez mi? Bir de buradan bakmak lazım.
İnsanların bu ilgisizliğini sadece devletin zor araçları ile açıklamak ne kadar doğrudur, bunda sizin hiç mi payınız yok?
‘Bu dönem toplumun tamamına yönelik müdahale söz konusu’
Başlarken de belirttiğim gibi 90’lardaki yönelim siyasi parti yöneticilerine ve yakın mücavirindeki insanlara yönelikti. Bu dönem ise toplumun tamamına yönelik müdahale söz konusu. Yani, partimizin kitle tabanını da aşan toplumun geneline yayılan bir baskı var. Bu belki net görülmüyor ama tüm topluma sirayet eden bir endişe var. Tabii ki, biz parti olarak insanların bu tutumunu anlayabilmeliyiz ve parti olarak bu durumu doğru okumalıyız. Bu realiteyi görerek toplumla daha etkin bir buluşmanın yol ve yöntemlerini bulmalıyız.
Partinizin politikalarına özeleştirel bir yaklaşımınız olmayacak mı?
‘Bu partiyle yurttaşlar arasında bir sorun yok’
Bu işin mağdurudur bu parti ve bu partiye gönül verenler de. Bu partiyle yurttaşlar arasında bir sorun yok. Bu partiyle yurttaşlar arasındaki bağı dinamitlemeye çalışan faşizan bir uygumla ile karşı karşıyayız. Şu açıdan biz kendimizi sorgulamalıyız. Bu bir sonuç ve şuna ki realite bu! Bunda hem fikirsek biz dönüp o zaman bunu yeni araçlarla, yeni yöntemlerle, yeni politikalarla halkla daha etkin bir buluşmayı yeniden nasıl sağlayabiliriz. Tüm bu koşullara rağmen. Orada kendimizi yenilemeye, onlarla daha etkin bir buluşmayı sağlamaya yönelik çabalarımız var.
Bu çabalarınızın somut karşılığı ne olacak?
‘Kentin sosyolojisinin, mevcut durumunun tespitine yönelik çalışmalar yapacağız’
Somutta biz il örgütü olarak üzerinde siyaset yapacağımız zeminin öncelikle bu olduğunu bileceğiz. Yani, kentin sosyolojisini, mevcut durumunun tespitine yönelik çalışmalar yapacağız. Bu tespitlerin akabinde buna dair yurttaşların varsa bize yönelik eleştirilerini alacağız. Yine bu durumdan çıkışın yol ve yöntemleri hakkında yurttaşlarımızın da görüşlerini ve önerilerini alarak onlarla daha etkin bir buluşmanın planlamasının hazırlıkları içinde olacağız. Gerekirse ev ev dolaşacağız. Mademki, yurttaşlarımızla sokaklarda, meydanlarda bir araya gelemiyoruz o halde ev ev halkımızla buluşacağız. Buna dair ciddi bir yoğunlaşmamız olacak. Çünkü halkın gönlünün, yüreğinin hala partisiyle olduğundan eminiz. Bize sitemleri olabilir, bizden bu dönemin çıkışına dair etkin bir çaba içinde olmamıza dair talepleri olabilir ama hala yüreklerinin bizimle birlikte çarptığına inanıyoruz.
Gerek OHAL gerekse de kayyumlar sürecine ilişkin olarak neler söylemek istersiniz, bu süreç 2019 seçimlerine kadar böyle mi gidecek, sizin bu konudaki öngörünüz nedir, siz bu süreci nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz?
HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Filiz Buluttekin …
‘Kadınlar normal hayattan, siyasetten uzaklaştırılıyor’
“ OHAL altında KHK’larla elde ettiğimiz, kazanılmış olan birçok yerimizi boşalttılar. Belediye eşbaşkanlarımız olsun, milletvekillerimiz olsun, siyaset anlamında birçok kazanımımızın önünü kesip aslında bundan da öte kadına yönelik olarak erkek devlet şiddetiyle bir politika uygulandı. Kadınların normal hayattan, siyasetten uzaklaştırılması, kadın kurumlarının kapatılması ve kendi himayeleri altında kurumlara dönüştürmesiyle birlikte ciddi bir yönelime girildi. Bu böyle mi gider, hayır bu böyle gitmez. Yeni bir seçimle bu tablo yine tersine döner. Bunun için de ev ev çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Eşbaşkanımızın da ifade ettiği şekliyle toplumun tümüne yayılan bir baskı var ve bu en çok da kadınları ve çocukları etkilemektedir. Yoksullaştırmak, içeriye hapsetmek ve toplumu biata zorlamak en çok da kadın ve çocuk üzerinde bir baskı oluşturuyor.”
‘Bu durum sürdürülebilir değil’
Camcı, “Biz siyasi parti olarak bu gidişatın partimize ve bir bütün olarak halkımıza karşı yol açacağı şeylerin sonuçlarını öngörebiliyoruz. Ama devletin, her şeyden önce bu politikaları uygulayanların bir karar vermesi gerekiyor. Bu durum sürdürülebilir değil. Yaşamın doğal akışına aykırı bir durumdur. Bunun onlar açısından gözden geçirilmesinin bir gereği vardır. Bu halk her yönüyle nerede nasıl durduğunu bilir. Bunun için hiç öteye gitmeye bile gerek yok; akşamları rastgele herhangi bir düğüne gidin, o insanların ne düşündüğünü o düğünü izlerken bile gözleyebilirsiniz. Bu halk üzerinde düşündükleri bir toplumsal mühendislik varsa bununla sonuç almayacaklarını görmeleri gerekir. Önemli olan bu konuda Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu sorunun çözümünde bu yolda ısrar edip etmeyeceğini netleştirmesi lazım. Bu konuda kendince ısrarla yürüttüğü ve uzun süreye yaymayı da düşündüğü bir duruş var ama bu Kürtlerden ziyade aslında Türkiye’deki halkları aslında dejenere eden, çok ciddi sonuçları olan uygulamalarla karşı karşıya bırakıyor. Şöyle ki, Türkiye toplumunun yüzde 50’si bir anlamda kendilerine destek sunuyor. Evet, dünyadaki diktatörler de milyonları peşlerine sürüklemişlerdi ve meşruiyet zeminlerini o halkın kendileriyle birlikte olduğunu göstererek politikalar uygulamışlardı. Hitler, Mussolini ve Pinochet de buna sarıldılar ama sonrasında tarihte nerede yer aldıkları ortadadır. Fakat Türkiye toplumunun diğer yüzde 50’sine baktığımızda toplumsal refleks açısından bu politikalara yönelik itirazları açısından ciddi ve net bir tutuma sahip bir öncüden de yoksun olduğunu görüyoruz.
‘Türkiye toplumu hızla dönüştürülmeye çalışılıyor’
Evet, Kürtlerin yörüngesi belli, talepleri belli, bundan geri adım atmayacaklarını da her vesileyle ortaya koyuyorlar. Ama Türkiye toplumu hızla dönüştürülmeye çalışılıyor. 90 yıllık birikim alt üst ediliyor. Diplomaside, ekonomide, kültürde, siyasette, estetikte, sanatta, bunların tümünde ciddi değişimlere gidiliyor. Ahlaki anlamda ciddi bir çöküntü var. Ensar Vakfındaki olay bile bunun başlı başına bir göstergesidir. Kendi çocuklarının maruz kaldığı bir olayda bile toplum tepki veremedi. Ama bu toplumun en dinamik kitlesi Kürtlerse ve onların da şuan içinde bulunduğu durumu yanlış okumamak gerekiyor. Bu nedenle biz de bu yeni döneme uygun olarak, insanlarımızın korkularını, kaygılarını, beklentilerini, eleştirilerini görerek bu kente uygun bir siyaseti hakim kılmaya çalışacağız.
Belediyede atılan işçiler konusunda neler düşünüyorsunuz, parti olarak atılan bu işçilerin sorunlarıyla ne düzeyde ilişkileniyorsunuz?
Toplumdaki dejenerasyon artıyor!
Diyarbakır başta olmak üzere bölge hızla gerek işten atılmalar, ihraçlarla birlikte gerek ekonomik anlamda, iş dünyasının yürüttüğü çalışmalarda ciddi bir yoksullaşmayı yaşıyor. Sadece çalışanlar açısından değil, bu kentte üretimi, kalkınmayı, işsizliği giderebilecek kurulmalarda da yoksullaşmanın politikaları uygulanıyor. Bu toplumu gözlediğimiz kadarıyla aile içi kavgaların, köylerdeki uyuşmazlıkların, husumetlerin ciddi şekilde artışına yol açtığını görüyoruz. Bu sıkışmışlık, tıkanmışlıkta toplumun çıkış olarak bazen eski sönükleşmiş husumetleri de açığa çıkardığını görüyoruz. Endişemiz o ki, bu tür vakaların daha da artacağıdır. Çünkü insanlar ekonomik olarak daha çok zora girdiğinde eski husumetlerin tekrar depreştiğini biliyoruz. Bunun ötesi, bu tür ekonomik baskılarla, açlığa mahkûm etme yöntemleriyle gayrı meşru yollara, tasvip etmediğimiz yöntemlere başvurarak rant elde etmeye, mafyavari yöntemlere, bahis, kumar, uyuşturucu, fuhuş gibi olaylarda da artışa yol açabileceğinin derin endişesini yaşıyoruz. Toplum zaten topyekûn olarak bu yönleriyle hedeflenmiş durumda. Kendi doğal yapısından başka bir yere evrilmenin çabasının yürütüldüğü düşüncesindeyiz. Buna yönelik olarak bizim sivil toplum örgütleriyle, kentteki iş dünyasıyla ciddi çalışmalar planlıyoruz. Bu yönüyle sosyal sorunlara yönelik de bu tür husumetlerin ileri boyutlara ulaşmaması yönünde çabalarımız da olacak. Bir yönüyle politik mesajların yanı sıra bu tür sosyal sorunlar noktasında da halkla iç içe olmayı ve bu sorunların çözümüne katkı sunmayı da düşünüyoruz.
Türkiye siyasetinin yakın dönemi için değerlendirmeniz nedir, erken seçimi olası görüyor musunuz ve olası bir erken seçime hazırlık anlamında kendinizi yeterli hissediyor musunuz?
Seçimler iktidarın politikalarını sınayacak
Elbette tüm bu yaşadığımız kaotik ortam içinde biz yarın yapılacak bir seçime de hazır olabilecek bir tarzda kendimizi planlıyoruz. Ama onların böyle bir durumla yüzleşmeye ne kadar hazır olduklarından pek emin değiliz. Seçimin adı hedefi ne olursa olsun bu seçim onların politikalarının doğruluğunun ya da yanlışlığının referandumuna dönüşecektir. Bizim açımızdan seçimler öncelikle bu manaya gelecektir. Elbette bu kentin yüzde 80’inden oy almış bir siyasi partisi olarak bu konuda bu bilinçle hareket edeceğiz. Tabii ki, böylesi bir ortamda yapılacak bir seçimin de bütün adaletsizliklerine, eşitsizliklerine rağmen bu halk tarafından gerektiği gibi yanıtlanacağına kuşkumuz yoktur.
Partinizin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk sürecinin ne kadar devam edeceğine yönelik sizin öngörünüz nedir, 2019 seçimlerine Demirtaş olmadan girme ihtimaliniz nedir?
‘Türkiye Cumhuriyeti devleti ciddi bir sıkıntı içindedir’
Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş, bir siyasi tutukludan ziyade bir rehin durumundadır. Düşünceleriyle, halkla kurduğu ilişkiyle, perspektifiyle, bu siyasi partiyi nerelere taşıdığı gerçekliğiyle önemli bir lider olarak değerlendirilmelidir. Genel Başkanımızın, Türkiye siyasetinde daha uzun yıllar şöyle veya böyle yer alacağına inanıyoruz. Ama genel gidişata bağlı olarak devletin bir yaklaşım içine bulunduğunu da görmek mümkün. Türkiye Cumhuriyeti devleti ciddi bir sıkıntı içindedir. Bu sıkıntısı da Kürt sorununun çözümsüzlüğünden dolayı ayağına vurduğu prangalardan kaynaklanıyor. Oysa bu sorunun çözümü gerek partimizin programında gerek Sayın Öcalan’ın topyekûn olarak Kürtler üzerindeki etkisi, rolü dikkate alındığında ona yaklaşımın da bu soruna nasıl yaklaşıldığının temel göstergelerinden biridir. Kürtler üzerinde sembolleşen, iradeleşen bu isimlere yaklaşım genel siyasetten ayrı düşünülemez.”
Sur’daki yeniden inşaya yönelik olarak neler söylemek istersiniz?
Buluttekin…
‘Sur’da tarihi bir hafıza silinmek isteniyor’
“Sur’daki yıkımın ardından buradaki ailelerle uzun süren çalışmalarımız oldu. Sur’da olan burada yaşayan insanları tamamen çıkarıp, Sur’un çehresini değiştirmekti. Bu yapılırken de hiçbir şekilde Sur halkına sorulmadı. Sur’da yaşayan insanlar zaten 90’larda köylerden zorunlu göçle gelenlerdi. Sur’da insanlarımız ciddi bir mağduriyet yaşadı. Bugün Sur’da evler inşa ediliyor ama kime? Sur’da tarihi bir hafıza silinmek isteniyor.”
UNESCO’nun Sur konusundaki duruşu nasıl?
Camcı…
‘UNESCO’nun ilgisizliği hala devam ediyor’
“ Sur için UNESCO’ya kayyum öncesi Büyükşehir Belediyesinin bir başvurusu vardı ve o başvuru belli aşamaları geçip kabul de görmüştü ama şuan ki uygulamalar bunu alt üsteden bir düzeydedir. Bu konuda UNESCO’nun tarihi varlıkları koruma biriminin de sessizliğinin ayrıca sorgulanması gerekiyor. Bu konuda ilgili kurum ve kuruluşların yaptığı çağrılar vardı. Mimarlar Odasının, Baronun ve benzer kuruluşların Sur hakkında UNESCO’ya ilettiği dosyalar olduğunu biliyoruz ama bu konuda UNESCO’nun ilgisizliği hala devam ediyor.
‘Makro düzeyde siyasetin buna yönelik ciddi bir tutumunun da olması gerekiyor’
Tabii bizim Sur halkı ile görüşmelerimiz, destek arayışlarımız devam ediyor. Sur halı ile olanaklarımız ölçüsünde belli dayanışma çabalarımız sürüyor. Lakin bu konuda makro düzeyde siyasetin buna yönelik ciddi bir tutumunun da olması gerekiyor. Biz de bu anlamda kenti yönetme iradesinin bile elinden alındığı bu koşullarda bir yurttaş olarak o insanların kimi temel haklara ulaşım yolunun da tıkatıldığını da görüyoruz. Bu hak arama yollarında zaten hâlihazırda çalışmaları yürüten Sur Platformu mevcut.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
‘Toplum mühendisliğine soyunanlar bu kenti dönüştüremeyecekler’
Ham hayal kurnalar, buna göre toplum mühendisliğine soyunanlar bu kenti dönüştüremeyeceklerdir. Biz partimize de güveniyoruz, il örgütümüzün bu konuda hazırlayacağı çalışmalara da güveniyoruz ama en önemlisi de halkımıza güveniyoruz. Bu halk biat etmeyecektir, teslim olmayacaktır. Bunlar farklı dozlarda defalarca kez denenmiş uygulamalardır. Bu halk kendi doğal hak ve taleplerinden vazgeçmeyeceğini, statüsüzlük durumunu kabul etmeyeceğini her platformda göstermiştir. Bize de siyasi parti olarak düşen demokratik siyaset yoluyla bunun örgütlenmesini yapmak ve halkımız bu hak ve taleplere erişinceye kadar bunun mücadelesini aralıksız olarak yürütmektir. Bugünler elbette geçecek ve bir iki yıl sonra farklı şeyler konuşuyor olacağız. Kürtler mutlaka ve mutlaka talep ettikleri haklarına erişecektir.”
Ali Abbas Yılmaz / Özel