İşkencelerle anılan o meşhur Diyarbakır cezaevi, samimi olunsa, 8 yıl önce kültür merkezi ya da müze olabilirdi. Hepimiz hatırlarız, CHP İstanbul Milletvekili hemşerimiz Sezgin Tanrıkulu, bu cezaevinin müzeye dönüştürülmesi için yasa teklifi vermişti. Ancak, teklif TBMM’de AK Partinin oylarıyla ret edilmişti. Cumhurbaşkanı Diyarbakır konuşmasında bu cezaevinin kültür merkezi olacağını söyledi.
Tanrıkulu, Cumhurbaşkanının Diyarbakır’daki açıklamasından sonra bu durumu kamuoyunun dikkatine sundu. ‘Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü’ misali oldu. Diyarbakır da şu an için böyle bir beklenti yok. Cumhurbaşkanına yine yanlış bilgi vermişler.
Belki de böyle bir şeyi hiç konuşmamak gerekiyordu. Çünkü böyle bir şeyin olma ihtimali çok zayıf, iktidarın ömrü bu faaliyeti gerçekleştirmeye yetmeyecek gibi. 8 Yıl önce, herkesin ciddi talebinin olduğu bir aşamada, yasa teklifi verilmiş olmasına rağmen kabul edilmemiş olması, AK Parti’nin politikalarında ne kadar samimiyetsiz olduğunu ortaya koyuyor. 8 yıl sonra hiçbir şey olmamış gibi, bunu bir seçim vaadi gibi vatandaşın gözünün içine sokmanın hiçbir karşılığının olmadığını sanırım AK Partiyi yönetenlerde biliyor, farkındalar.
*
Boğaziçi rektörü meselesi de çok farklı olmasına rağmen benzer bir duruma hitap ediyor. Rektör atanmasından sonra, öğrenciler, veliler, kamuoyunun direnci dikkate alınıp atama kararı geri alınsa, müthiş bir karşılık görürdü, karşılığı olurdu. Demokrasilerde böyle olur, tepkiler dikkate alınır, durum düzeltilir, direnç gösterenlerde, kararlarını geri çektiği için karar vericilere saygı gösterir.
İnat işte!
Devleti, Milleti yönetenler, yönettiği halka karşı inat ve direnç göstermemelidir.
İnat çok şahsidir, kişiseldir, o düzeyde kullanmak ya da kullanmamak kişinin şahsi tercihidir.
İnat, toplumsal düzeyde, toplumsal hallerde uygulanacak bir durum değildir.
Diyarbakır cezaevinin müze olmasını ret etmek de, Boğaziçi Rektörünü atayıp, kalmasında ısrar etmekte siyasi bir inadın ürünüdür. Bu kararları daha sonra geri alıp düzeltmeye gitmek ilk günkü anlam ve öneme hitap etmiyor. O ana kadar yaratılan fiziksel tahribatları, kırılmış kalpleri onarmak mümkün olmuyor.
Kişisel davranış biçimlerinde de toplumsal davranış biçimlerinde de inattan kaynaklı kırılmaların muhatapları, sonsuz düzeltmeler yapılsa dahi meseleye anlamlı, olumlu, yürekten bakmıyor.
Önemli olan bakışlara, yüreklere ‘acaba’lar yüklememektir.
Siyaset, yönetmek, inat denen anlayışla birlikte yol yürümüyor
*