SIRADANLAŞMA

Ali Ekber PEKŞEN

Sıradan insan hayatının ne kadar ilginç olduğu şaşırtıcıdır. Böyle bir hayatta “sonsuzca” doğru bulunabilir. “Doğru” kavramıyla anlatılan hayatlar ya da yaşanmışlıklar sorgulandığında; kişiye, konjoktüre, zaman aralığının anlayışına, inançlar ve siyaset kurumunun değerlerine göre farklı anlamlar içerebilir.

Sıradan insanı anlatan yaşanmışlıklar, insanlar arasındaki en basitinden, en karmaşığına uzanan ilişkilerle, tutum ve tavırlarla başlar. Görmezden gelinen bu tavırlarla sürdürülen hayat ya da hayatlar, günlük gaileler içinde kendiliğinden devam eder. Bu şekilde sürdürülen yaşantıların toplumsal döngü içinde fark edilmemesi, herkesin kabullendiğinin göstergesi olur. Cehalete övgü ve ideolojiler sıradanlaşır.

Toplumsal döngü içinde kabullenilen bu tarz hayat, toplumu ayakta tuttuğuna inanılan ve tarihi süreç içinde oluşan insani değerlerin aşınmasının ve yok olmaya başlamasının alt yapısını oluşturur. Bu türden yaşantıların süreç içinde yarattığı tahribat nedeniyle, yalan sıradanlaşır. Yalanın kabul görmesi, değerler silsilesinin yok olmasına giden sürecin başlangıcıdır. Yalanın hayatın işleyişine ikamesiyle, etkili ve yetkililerin gerçekle ilgisi olmayan beyanlarıyla hayat yönetilmeye başlar. Toplumsal dayanışmanın siyaset kurumu aracılığıyla yani devlet otoritesince düzenlenmesi ve bunun “İYİLİK” olarak sunulmasıyla, iyilik kavramıyla anlatılan sıradanlaşır. Merkezi yönetim tarafından kamu adına yapılan dayanışma çağrılarıyla, insani duygular ve yardımseverlik aşınır. Doğal afetlerde oluşacak hasarların sarılması için faaliyet yürüten Kızılay gibi kurumlar ticarileşir, itibar kaybına uğrar. Yüz yıllık değerlere karşı güven zedelenir.

Toplumsal doku açısından asıl sorun, günlük ilişkileri belirleyen bu yaşantıların, yadırganmadan normalimiz gibi kabul görmesidir. Bu kabul, insanın özgür iradesinin işlevsizleşmesine giden sürecin ilk adımıdır. Bu süreç, zamanla toplumsal ilişkilerin katı sınırları olarak tüm hayatı kuşatır. Hayatın tamamını kuşatan bu anlayış, başlardan itibaren tek tek insanlara özgü gibi algılanır. Duyarsızlık, sorumluluktan kaçınma, gerekli önlemlerin yerinde ve zamanında alınmaması gibi nedenlerle, uyulması gerekli kurallar ve ilkeler gibi işlev görür, ilişkilerin belirleyicileri olarak kalıcılaşır.

Hayatın hemen her aşamasında normal kabul gören bu ilişkiler, bireyin özgür iradesinin ürünü davranışlarda bulunmasını, tepkiler geliştirmesini, mevcut işleyişe muhalif tutumlar takınmasını sınırlar. Bu sınırlar, insan ilişkilerinin belirleyicisi olmanın yanı sıra, zamanla ve süreç içinde yönetsel yapının belirlediği çerçevelenmiş hayatın kurallarına dönüşür. Merkezi yönetimin katı yönetsel tutumunun vazgeçilmezi olur.

Merkezi otorite bu tür yaşantıların ürünü ilişkiler ağını, yapılması ve yapılmaması gerekenler olarak talimatlarla duyurur. Bu talimatlar, işleyişin kuralları olarak hayatı yönlendirmeye başlar. İnsanın doğal gelişimine aykırı, hayatı alabildiğine sınırlayan, özgür düşünceyi ve yaratıcılığı yok eden talimatlarla hayata geçirilen bu sıradanlık, yönetimin günlük uygulamalarının ayrılmazı olur.

İnsanın özgür iradesiyle karar vermesini ve dilediği gibi davranmasını engelleyen bu anlayış, İTAAT eden insan arayışının ürünüdür. Müesses nizamın koruyuculuğunu önceleyen bilinçli politikaların sonucudur. Eğitim sistemi bu anlayışa göre yapılandırılır ve işleyişi bu doğrultuda düzenlenen ilişkiler şeklinde hayat bulmaya başlar. Öncelikli amacı, insanın yaratıcılığının ve bireysel yeteneklerinin geliştirilmesi olan eğitim kurumlarında; aklın, mantığın ve rasyonelliğin yerini, duygulara hitap eden söylemler almaya başlar.

Müfredatlar ve ders kitapları, miadı dolmayan kahramanlık hikâyelerinin ve geçmişe dair söylenceler kılavuzluğunda yazılan tarihi olayların öğrenilmesi esaslarına göre düzenlenir. Milli ve dini söylemler eğitimin tüm kademelerinde vazgeçilmez değerler!!!!!!, mutlak bilinmesi gerekenler!!!!!! olarak merkeze yerleşir. Semboller ve kavramlarla insanların belleğine kazınması gereken, kalıplaşmış bilgiler olarak yer alır. Merkezi sınavlar aracılığıyla, öğrencilik hayatının kuşatılması sonucu; ezberi önceleyen, düşünmeyen, İTAAT eden, itiraz etmeyen insan yetiştirme anlayışı eğitimin her kademesinde hayat bulur.

Ülkemizin insan yetiştirme anlayışı bu sıradanlığın esaretinden kurtarılmalıdır. Yönetsel ilişkilerin belirleyicisi olan ve günlük siyasetin merkezine yerleşen bu anlayışın devamı, başta hukuksuzluk olmak üzere çağdaş dünyadan uzaklaşmayı da beraberine getirir. Yılların birikimi değerler erozyonu kalıcı toplumsal hasarlara yol açar ve güvensiz bir ortam hâsıl olur.

Timothy Snyder, “Tiranlık Üzerine” adlı kitabında; “demokrasilerin kırılgan rejimler olduğunu, demokratik normların kolayca yıprandığını ve kötü niyetlilerce kolaylıkla istismar edilebildiğini ve de şiddete kolayca teslim olduklarını…” özellikle vurgular…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.