İmge, izlenim kazandırmaya yöneliktir. Sözcüklerle, çokça sıfatlarla, resim çizilir:
“Ayak bileğinde bir dizi boncuk/ Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş, üşümüş/ Minicik bir aşiret kızının…
(Ahmed ARİF)
Duyguların katılmasıyla okuyucuların duyular yoluyla izlenim kazanması amaçlanır:
“Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı/ Sırtı alaçakır/ Karnı sütbeyaz/ Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı/ Yüreği ağzında öyle zavallı/ Tövbeye getirir insanı…” (Ahmed ARİF)
Şair, sözcüklerle bir görüntü canlandırırken o varlığı nasıl algıladığını gösterir. Bizim, o varlığı izlenimlerle kavramamızı sağlar: “… Kadın bedeni ak tepelerin, ak kalçaların, … Tenden, yosundan, istekli ve diri sütten beden. Ey kadehleri göğüslerin! Ey gözleri yokluğun! Ey kasığın gülleri! Ey kısık ve hüzünlü sesin!” (Pablo NERUDA)
İmge, sözcüklerin görsel ve düşsel boyutudur. Somut sözcüklerle soyuta ulaşıldığı gibi, yani soyutlama tekniğiyle olduğu gibi:
“Gözlerin sarışınlık getirir akşamlarıma.” (Cenap ŞAHABETTİN)
“Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte” (Ahmet Muhip DRANAS)
“Saçlarına kan gülleri takayım”
(Ahmed ARİF)
“Endamı kuytuda başak”
(Ahmed ARİF)
Soyut bir kavramı, somut sözcükler (Cümlede mecaz boyutta kullanılır.) aracılığıyla, yani somutlaştırma tekniğiyle de olur:
“Hasretinden prangalar eskittim.”
(Ahmed ARİF)
“İki korku çiçeğidir gözleri”
(Ahmed ARİF)
“Bu kaçıncı bahara kalmıştır vuslat” (Ahmed ARİF)
İmge, duyular aracılığıyla olur. Üstelik duyu aktarımı da söz konusudur: acı gülüş, tatlı bakış, ekşi surat… vb.
“Islak kokusunu duyuyordum dağın, taşın” (Tagore)
İmgenin ilk işlevi canlandırmaydı. İletişim için bu gerekliydi. Yaşamdaki gereksinimler çeşitlendikçe imgenin işlevi de farklılaştı. İmgenin işlevi, sadece canlandırma değil artık.
Şimdi anımsa(t)ma, sezdir(t)me, duyumsa(t)ma, çağrıştır(t)ma, algıla(t) ma, daha kapsayıcı olarak da yaşa(t)maktır:
“Düştü nazlı filintası aklına/ Yastığı altında küsmüş/ Düştü Harran ovasından getirdiği tay/ Perçemi mavi boncuklu/ Alnında akıtma/ Üç topuğu ak/ Eşkini hovarda, kıvrak/ Doru, seglavi kısrağı/ Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!” (Ahmed ARİF)
Peki, imgenin bildiğimiz betimlemeden (tasvir etme) farkı nedir? Bu, şiirin düz yazıdan farklılığına benziyor. Bunu derken ritimden, müzikaliteden falan söz ettiğim sanılmasın. Bu değil tabii. Benim söz ettiğim ayrım, nitelikseldir.
Betimleme, ele alınan varlığın boyutlarını vermeyi amaçlar. Varlıkların sadece dış görüntüsünden yola çıkılır. İmge ise bu konuda yalınkat ve masum değil. Boyutlar arasında dikey, çapraz ilişkiler kurarak bambaşka boyutlar yakalar. Sadece dışsal değil, içseldir de. Aynı adamın bilgisayardan çıkarılmış resmiyle ressamın çizdiği resim arasındaki fark gibidir. Nitelikseldir. Görüntü yüreğe kazılır. İmge; çarpıcı, şaşırtıcı ve tabii beklenmezdir. Alışılagelmişin dışındadır. Şiirsel bir etkileyiciliği vardır:
“Bak tam karşımızda gecenin mumu/ Damla damla nasıl eriyor/ Nasıl doluyor ağzına kadar uyku şarabıyla/ Gözlerinin simsiyah kadehi/ Senin ninnilerini dinlerken/ Ve bak nasıl/ Şiirlerinin beşiğine/ Sen doğuyorsun, güneş doğuyor…” (Füruğ FERRUHZAD)
İmge, dille koşut vardır. Her dönemde yazılan şiirde de olmuştur. Özellikle 19.yy ikinci yarısından sonra boyveren Parnasizm’le sistemleşti. Sembolizm’le daha çapraşık, daha girift biçimlere büründü. Fütürizm ve Sürrealizm’le de boyutlandı. Bizde de İkinci Yeni, sıradışı imgenin kapısını araladı. Nazım’ın o güzelim Saman Sarısı şiiri de böyle bir iklimden beslenmiştir:
“… Saçları saman sarısı kirpikleri mavi/ Kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı/ Beli karınca belinden ince/ Eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz/
Elleri gümüş şamdanlarda mumlardır/ Genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde/ Bir saman sarısı belası başımın.” (Nazım HİKMET)
İmge, sözcüklerin deklanşörüne basmaktır. Bir zihinsel aynadır: “… Ay gelip gelip gözlerime giriyor/ Sularını taşırıyorsa kime ne/ Hem geceleri gökyüzü bir at olmasa/ Kanatları ışıktan bir at olmasa/ Almasa düşlere götürmese/ Ben nasıl dayanırım dünya…” (Aydın ALP)
Sözcükler, verili imgedir. Binlerce yıldan bu yana, bir bakıma, imece usulü çizilegelmiş birer figürdür. Kendilerine özgü tabloları oluşturanlar ise sanatçılardır. Sanatçılar, verili olanla yetinmeyen, yaşam ve söylem aktörleri, aktristleridir.
1) Felsefe ve Türkçe sözlüklerinde imgeye karşılık verilen kavramlar 2) Jule Verne’in “Aya Seyahat”i ve değişik yüzyıllarda yazılan “ütopya”lar. 3) Ad Aktarması da Türkçeye ilişkin bir olanaktır.
Mart 1998 / AMİDA 3. Sayı// Aşkı Olmayanın Şiiri olmaz. (J&J Yayınları-2018)
SONSÖZ: Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yürekten kutluyorum. Yağmurlarını omuzlarımızla hayata taşıdığımız özlemler adına her şey, kadınların yüreğine yaraşır güzellikte olsun diyorum.
Aydın ALP