Neolitik dönem sonunda kadın toplumsal konumunu kaybedip, eve hapsedilmesiyle tarihsel yazgısı başladı. Evin kölesi oldu. Hatta kölenin kölesi oldu. Görülmediler. Varken yok sayıldılar. Toplumun yarısı olmalarına, üretmelerine ve insan soyunu devam ettirmelerine rağmen toplumsal esaretleri devam etti. Bu; uzun bir tarihsel süreç oldu. Bu kölelik on bin yıl sürdü; ve halen de sürüyor.
Kadınların erkek tarafından köle yapılması; erkeği de özgür kılmadı. Kölelik zinciri erkeğin de ayağına dolaştı. Kölelik ve köleleşme damgasını bir avuç egemenin dışında tüm toplumsal süreçlere damgasını vurdu. Kadın bu tarihselleşen kaderini kolayca kabullenmedi. Uzun süreli bir direnmesi oldu. Ancak erkeğin üretim araçları üzerindeki hakimiyeti, kadının eski konumunu kaybetmesini getirdi. İnsanlaşmanın temel kültürünü yaratan kadın yarattığı değerlere yabancılaştırılmaya başlandı.
Erkek egemenlikli sistem özü gereği şiddeti içermektedir. Şiddet önce evin içinde başladı, sonra sistemleşerek, sınıfları ve halkları cenderesine aldı. Devletleşen şiddet dalga dalga toplumu kuşattı. Şiddet evden sokağa, ülke sınırlarından deniz aşırı alanlara kadar yayıldı. Kadın erkeğin mülkü görüldüğü için; üzerinde her türlü tasarrufu uygulama da kendini hak sahibi gören erkek egemenlikli yaklaşım sınır tanımadı. Dünyanın hemen hemen her egemenlikli ülkesinde benzer gerekçelerle kadına şiddet acımasızca uygulandı. Her erkeğin anası, bacısı, karısı ve kızı olan erkek; kadına şiddet uygulamayı kendine hak gördü.
Kapitalist sistemin, emeği, bireyi hiçleştirip her şeyi para-meta ilişkileri temelinde değerlendirdiği için; özellikle kadını da hiçleştirdi. Kadının emeğini, bedenini sınırsız istismara ve sömürüye açtı. Şehirleşmeyle birlikte, kadına yönelik şiddet, tecavüz yaygınlaştı ve adeta bir cinnet kültürü geliştirildi.
Ana tanrıça kültürünü yaratan kadın, 8 Mart’ı küllerinden yeniden doğuş günü yaptı. Erkek egemenlikli sistemi reddetti. Tarihin şafak vaktinde üretimin, yönetimin ana öğesi olan kadın, şimdi; uzun bir tarihsel kesitten sonra, yeniden tarih sahnesine çıkış yapıyor.
Yaşam bir bütündür. Kadın ve erkek toplumsal yaşamı bütünleyen ayrılmaz iki ana ögesidir. Ancak, bu çelişkiler yumağı insanlık tarihinin çözüm bekleyen en temel sorunudur. Erkek hem kadınsız yaşamı düşünemiyor, hem de onu yaşam içerisinde hapsediyor. Yaşamın bütün alanların da onu öteliyor. Bu çelişkili durumun çözüme kavuşması; toplumun başlangıcındaki gibi doğal ve özgür birliktelikle olacaktır. Demokratikleşmenin kilidini, kadınla erkeğin eşit, özgür birlikteliğiyle açılacaktır. Erkek egemenliğinin sona ermesi kadının erkekle ortak özgürleşme mücadelesiyle olacaktır.