Şeyh Sait'in mezarı

Aziz ERİM
Şeyh Sait ve arkadaşları İstiklâl Mahkemelerince idama mahkûm edilince, Dağ kapı’da 47 darağacı kurularak infazları gerçekleşir...
İstiklâl Mahkemelerinde Şeyh Sait’le birlikte 81 kişi yargılanıyordular, dava daha yargı aşamasındayken, 47 darağacı kurulur, bu da gösteriyor ki; yargılamanın göstermelik ve asılacak olanların listesi önceden mahkeme heyetine verilmiştir...
Asılanların birbirlerini görmesi için darağaçları ip hizasıyla kurulur, devletin vefa ve şefkatine bakar mısınız?
Şeyh Sait olayı cereyan ettiği sırada jandarma müfrezeleri, köyleri, ormanları yakmaya başlarlar, zulüm ve tutuklamalar-işkenceler başlar...
Zazalar o yüzden : "Sera veşayiş" derler, yani yangın yılları...
Ninem hep bu olayı öykü gibi anlatırdı...
Ninem; bir asırlık çınar ululuğunda yüzü kırışık, ülkemin coğrafyası…
Pamuğu işliyordu “ığ”la, efsunlu…
Dizinin dibindeki torunlarına anlatırdı öykülerini
Bir varmış, acılar çokmuş…
……..
-Dağlar yine böyle ulu ama özgürdü, paşa fermanlarıyla,
Önce sırtımız sıvazlandı, kurtuluş savaşı eşiğinde, hürriyet için ekmek için
Kocalarımızı yitirdik ulu çınarlarımızı
Sonra inkâr edildik/ göç
Hürriyet isterken jop hürriyet gelende ‘bok’ yedirdiler, kara kaplı kitap gelende, yasaydı, anamızı temsil edecekti ve etti de…
Başladı kıyamlar;
-Jandarma safariliğiyle, kimi uykuda, kimi tarlada, dağlara göçüldü aç, susuz
Zehir döktüler derelere, pınarlara, çocuklar ağladı, bebeler, ses işitilende; azgın aç köpekler, murdarlık kıyamında…
Seher-sabah vakti karar alındı, bebeler toprağa gömüldü, sulara bırakıldı diri-diri
-Soyumuz tükenmesin diye
Ve ağladı ninem!
İstiklal mahkemesi üyelerinden Hâkim Avni Doğan anılarında anlatıyor:
"Bir genç getirdiler sırım gibi delikanlı, bunu neden getirdiniz diye sordum zabitlere?"
"Efendim, tek kelime Türkçe bilmiyor bu!
Mahkeme heyeti bu genç hakkında kararını verdi:
-Türkçe bilmeyen bir kişiden bu memlekete ne hayır gelir, bunu da diğerleriyle beraber asın!
Avni Doğan devamla,:
"Dağ kapı'daki Yalova Otelinde kalıyordum, sabaha kadar o genci rüyamda gördüm, vicdanım ağır bastı, mahkeme heyetiyle konuştum, ruh halimi anlattım, hiç bir şey değişmedi, o genci de diğerleriyle beraber astılar..."
Kürtlere reva görülen, zulüm, esaret, darağacı, önemli olan vicdan değil ki, asl'olan sisteme biat etmektir!
1974-75 yılları olması gerek; Atatürk Heykelinin sağ çaprazında 7/24 hizmet veren sabahçı tabir edilen Abide Çayhanesinde çalışıyordum... Yenişehir Sinemasının yanındaki boş alana Deveciler-Öztoplar otomatik araba yıkama sistemi kurmuşlardı, o alan araba panayırı gibiydi, kuyruklar oluşuyordu, bende o alana çay servisi yapıyordum mütemadiyen!
Bir gün iki lüks araba geldi, 5-6 kişi indi iyi giyimliydiler, 2 kişi bitişikteki yazıhaneye geçtiler, diğerleri yazıhane önünde ayakta meraklı gözlerle etrafı kolaçan ettiler. Bende meraklı gözlerle hem onları hem de yazıhaneyi izliyorum ama temkinliyim, bunlar haraç falan almaya gelmişler diye düşündüm, filmlerdeki gibi, çünkü ambiyans onu gösteriyordu, hepsi de takım elbiseliydiler belleri de kabarıktı, yani silâhıydılar...
Yazıhaneden işaret ettiler çay istediler, hemen bir koşu gidip-geldim, yazıhanede çay servisi yapıyorum ama ağır hareketlerle, kulaklarım radar gibi, kulağıma yattım, kulak kesildim konuşmalara hoş sohbet vardı, benim düşündüğüm olaydan eser yoktu, bir ticaret mevzu bahisti...
Yıkamanın arkasına perşembe günleri çarşaflı kadınlar ellerinde Kuran-ı Kerimle gelip duvarın dibine oturup Kuran okurlardı, dua ederlerdi, Şeyh Sait ve arkadaşlarının burada gömülü oldukları söyleniyordu...
Sonradan Erdal'a gelenlerin kim olduklarını sordum:
-Gelenler Şeyh Sait'in torunları, burayı satın almak istiyorlar, büyük bir cami ve türbe yapmak istiyorlarmış, Rahmi Amcayla fiyatta anlaşırlarsa tabi...
Çayhanede bu olayı anlattım, herkes Şeyh Sait ve arkadaşlarının sinemanın arkasında gömülü olduklarını söylediler.
Bir zaman sonra, o iki lüks araba yine geldi ve bu kez görüşmede Rahmi Amca da vardı, bu görüşme uzun sürdü, sonradan öğrendim fiyat konuşmasında anlaşma sağlanmış sadece bir pürüz varmış, o da ordu evinin bitişiğinde cami ve türbe olmazmış, Ankara,'ya gideceklermiş yapı izni alırlarsa, satış gerçekleşecekmiş...
Değerlerimizin-kıymetlilerimizin mekânları cennet olsun, rahmet ola!
Rivayet olunur ki: Yenişehir Sineması Liceli bir aile tarafından satın alınıyor, uzun zaman atıl vaziyette kalıyor, sinemayı satın alan ailenin ileri geleni cezaevine giriyor, onlarda Bingöl’ün Genç ilçesinden bir şahsa satıyorlar ve o şahıs da bir süre sonra trafik kazasında vefat ediyor, aile sinemayı satıyor...
Alan kişi Alman Hastanesini inşa ediyor, bir süre sonra Almam Hastanesi de hileli iflasla konkordato ilan ediyor, yapı tekrar el değiştiriyor...
Bunları ben demiyorum ha, yanlış anlaşılmasın konu-komşu diyor!
Ol hikayet budur!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.