Yaşadığımız dünyada ne kadar güvencesiz ve gelecekten yoksun olarak yaşamı sürdürmeye çalışıyoruz. Neredeyse istemediğimiz her şey üst üste biniyor. Bir tarafta savaşlar, savaşların getirdiği insan dramları, göçler, sınırlara mülteci akınları. Bu sorunları katmerleştiren kapitalizmin kişileri bireycileştirmesinden, bencilleştirmesi ve paragöz yapması da cabası oluyor. Toplumsal ve insani değerlerden nasıl uzaklaştığına dair birçok neden sıralanabilir. İnsanı insan yapan değerlere karşı nasıl yabancılaştığını anlamak için fazla araştırma yapmaya bile gerek kalmıyor. Televizyonun karşısında biraz oturup kanalları biraz taramak bile yetiyor.
Ancak bunların yanında savaşlar ve bunun getirdiği şiddet sarmalının yaratmış olduğu atmosfer; bireyleri, halkları hatta yıllarca birlikte yaşamış komşuları, etnik, mezhepsel, kültürel ve düşünsel farklılıkları olan kesimleri birbirinden uzaklaştırmakta ve uç kutuplarda yer almasına yol açmaktadır. Hoşgörü ve birbirini kabullenme kültüründen gün be gün uzaklaşılmaktadır. Sınırlar ötesinde yaşayanlar sınırları bir engel görmeden dostluk kardeşlik bağları daha güçlüyken bu duyguların bir kırılma yaşadığını, aradaki köprüler zayıflamakta hatta bazen yıkılmaktadır.
İnsani değerlere son derece bağlı olan Anadolu ve Mezopotamya insanlarda duygusal bir deformasyon yaşanmaktadır. Doğal afetlerde ya da trafik kazalarında bile plaka numaralarına göre sevinç ve üzüntülerimizi gösterir hale geliniyor. Bu duygularda ciddi bir kopuştur. Sevginin yerini öfke; hoşgörünün yerini kabalık almaktadır.
Birbirimize cömertçe sunmamız gereken bir sevgimiz vardı. Sevgimiz sıcak kalmalı. Sevgi bizden uçup giderse geriye bizde ne kalır.