Sahi sevgi neydi?
Birlikte yapılan bir kahvaltı mıydı?
Yoksa beraber içilen bir fincan kahve miydi?
Veya sur içinin parke taşlarını beraber arşınladığımız o dar sokakları mıydı?
Yoksa şubat soğuğunda, Keçi burcunun en yüksek tepesinde, esen rüzgara karşı beraber savrulmak mıydı?
Çocukların içinde özgürce, koşup oynadığı çocuk parkları mıydı?
Sur İçi’nin yıkılışını gördükten sonra gözyaşlarımızdaki damlalar mıydı?
Paylaşılan bir dilim ekmekteki o tarifi imkansız güven veya huzur muydu?
Sonbahar gecelerinde evlerimizde kar beyaz örtülerin üstünde yapıp kestiğimiz şehriyelerimiz miydi?
Yaşlı kadınlarımızın anlattığı masallar mıydı?
Diyarbakır, Urfa, Kars, Ordu, Manisa, Burdur Van,Çorum,Tekirdağ ve sayamadığım bütün şehirlerimizde söylenen türkülerimizdeki, o içten söylenen duygularımız mıydı?
İşte son bir senedir yaşadığımız dünyayı kasıp kavuran birçok insanın ölümüne sebebiyet veren pandemi virüsünden sonra; Sevginin o yüce duygusunu nasıl da benzimizde hissederek yüreklerimiz dağlandı.
En yakınımızla bile bir fincan kahveyi beraber içmeye korkar olduk.
Bu virüs ki insanı insandan uzaklaştırdı.
İnsani iliksilerimizdeki sıcaklığı bir anda yok etmeye çalıştı.
Hem insanların kanına canına girerek ölümü getirdi. Hem de insanları kanından canından olduklarıyla uzaklaştırdı.
Hepimiz mutluyduk. Ama mutluluğun belki de kıymetini bilen az insanlar vardı.
Türküler, şarkılar, şiirler, söyleşiler yapardık.
Çalışır çabalar ekmeğimizi Taştan çıkarırdık.
Doğu, Batı, Kuzey, Güney demeden
çeşitli illerin türkülerini söylerdik.
İnsanlarla beraberken mutluyduk.
İnsanların yanımızdaki varlığında o nefesle güven duygusunu yaşıyorduk.
Bizleri kasıp kavuran acılarımızla, dertlerimizi paylaştığımız dostlarımızla zaman geçirmeye can atıyorduk.
Yazın sıcaktan bunaldığımızda, eşimizle, evlatlarımızla, anamızla bacımızla, kardeşlerimizle, dostlarimizla beraber içtiğimiz o buz gibi ayrandan aynı tatları hepimiz rahatlayarak alıyorduk.
Nasıl da güzeldi her şey.
Damaklarda tat bırakırdı.
Sabah huzuruyla çay demlemek için ateşe bıraktığımız eski çaydanlık bizim sevgimize birebir ortak olurdu.
Bizleri yürekten yüreğe yaşadığımız o acılarla birbirine bağlayan bir sarılmanın ne denli kıymetli olduğunu hissettirirdi.
Hep beraber söylediğimiz o eşsiz türkülerimizi, ağıtlarımızla, dualarımızla haykırışlarımızı hep beraber yüreklerde yakar ya da neşelendirirdi.
Bir Urfa’lı kardeşimizin içten gelen o yanık sesini hep beraber nakarat şeklinde kendimizden geçercesine söylerken ritim olarak ellerimiz alkış çalardı.
Dilimiz ;
" Kan gelir her gözyaşımdan gülüm aman.
Ne çektim cahil başımdan
Tutacak dalım kalmadı
Ağlaram
Can
Can
Can ataşından.."
Derken ayni serzenişi yaşardı.
Ordu’lu bir genç kızımızın ağlayarak sessizce mırıldanışını yine hep beraber dinlerken ;
" Oy Mehmed’im Mehmed’im sana küstüm demedim. "
Ayni acıyı , aynı ayrılığın kahroluşunu beraber yaşardık.
İçtenlik, doğallık ve duygusallığımızla hangi şehrin bağrında yaşıyorsak yaşayalım insani yüreğimizle yine hep el ele, gönül gönüle, yürek yüreğe kucaklaşır bayram seyran bizimdir derdik.
İşte ;
Kah ağlayıp kah güldüğümüz o coşkuydu SEVGİ....
Sahi neydi bu yitirdiklerimiz ve bulamadıklarımız.
Bulmak için çabalamadıklarımız.
O eşsiz tılsım.
Kalplerde kayan o yüce duygu mu, merhamet mi?
Yoksa katıksız vicdan mıydı?
Pandemi virüsü bizden çok şey götürse bile,
Sevginin, sevilmenin, insani değerlerin hoşgörüsünü yüreğimizde çoğalttı.
Sevgilerimle
Not;
Sevgili okurlarım
Aşılanmayla beraber rehavete kapılmayalım.
Maske mesafe ve hijyen kurallarına yine devam edelim.
Sizleri seviyorum.