Bir zamanlar...
Evet, evet yanlış duymadınız bir zamanlar dedim.
Hem de öyle uzuuun uzadıya hayli eskilere gönderme yaparcasına bir zamanlar anlamayın siz benim size dediğimi!
Benim “bir zamanlarım” pek yakın! Bir kaç yıl öncesine kadar olanından.
Ez cümle; bir zamanlar şehir şiirinin şairi KonstantinKavafis’in,
“Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın / aynı mahallede kocayacaksın / aynı evlerde kır düşecek saçlarına...” dediği moddaydım.
Bugüne kadarki fani ömrümün tamamlamış bulunduğum bu vakte kadarki deminden geriye kalan bundan sonraki bölümünü de aynı şehirde tamamlamak üzere kendimi kodlamıştım. Zaten öyle de yaşıyordum.
Bir şekilde bir kaç günlüğüne de olsa şehirden uzağa düşmemişsem eğer! Aynı dar sokaklarda dolanaduruyordum. Kır da düşmüştü hem; saçıma, sakalıma, bıyığıma. Tanığı, şehrin kadim bazalt taşlarıydı! Sanığı ya da prangasız mahkumu ise bizzat bendim.
Benim, şehre dair kodlamam öylesine fanatik bir kodlamaydı ki! Bir şekilde şehirden temelli ayrılanlara çok öfke duyan, gidenleri asla affetmeyeceğimi dillendiren bir üsluba sahiptim.
Öyle ki; madem gitmişler öldüklerinde cenazelerini de yaşadıkları şehirlerde defnetsinler. Hatta pirinç, peynir, kavurma, pastırma, kenger, pestil, sucuk zamanı bu ürünleri bir zahmet şehirden talep de etmesinler. Üç aşağı beş yukarı bu kodlardaydı yargım.
Ne olduysa son bir kaç yıl içinde olup bitti her bir şey! Sanki yüz ya da bin yıl evvel yaşanmış onca yaşanmışlığın çok ama çok eski tarihlerde kalmış anlatılardan, tarih yazıcılarının metinlerinden süzülen bir kadim geçmişi birileri zamanın ipine sarmış bize ha bire anlatıyordu.
Oysa çok değil, daha bir kaç yıl evveline kadar bizdik bütün hikâyeyi yaşayan. Halbuki şimdi biz kendi hikâyemizin içinde birer anlatıcı olmuş. Kendi hikâyelerimizin hem sanığı hem de tanığı oluvermiştik. Flu bir film şeridine dönüvermişti bize ait olan tüm yaşanmışlıklar.
Kavafis’in başka ödünç dizelerine başvurarak;
“Her çabam kaderin olumsuz yargısıyla
karşı karşıya;
bir ceset gibi gömülü kalbim,
Aklım daha ne kadar kalacak
bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün...” diyorum şimdilerde.
Ve ne tuhaf tanrım!
Artık gittiler / gidiyorlar diye kızmıyorum, öfke duymuyorum, hatta artlarından huysuz bir yaşlı gibi söylenmiyorum kimselere.
Gidiyorlarsa mutlaka bir sebepleri var diyorum, onların değil sade benim sesimi duyabileceğim kısık sesle.
Aidiyet yitimidir belki de bunun çıplak adı. Ya da ez cümle şehre / şehrine küsmek belki de...
*Mart ayında yayınlanması planlanan ama yayınından vazgeçilen bir dergi için yazmıştım. Kime niyet, kime kısmet...
10 nisan 2020 Diyarbekir
Şeyhmus Diken