“Dağlarda bile kalmamış takat,
Kim tutacak bu yası?”
-İbrahim Tenekeci
Geçtiğimiz hafta sonu bir yazı yazmıştım. Adı “Günün İlk Işıkları”ydı.Adını daha önce yazdığım aynı isimli bir şiirimden almıştım. O şiirden ilhamla kalbe ferahlık veren bir yazı yazmak gelmişti içimden. Son dokunuşlarımı da yapıp pazartesi sabah gazetenin e-posta adresine gönderecektim. Fakat planladığım birçok şey gibi bu da birden plan dışı kaldı. Pazartesi sabahı, “günün ilk ışıkları”na bile yetişemeden güne bambaşka bir şekilde başladık. Konumuz belli.
Rüya gibiydi her şey, hatta kabustu. Tüm Türkiye uyurken derinden sallandık. Ben rüyada sallandığımı sanıyordum ancak beni uyandırdıklarında gerçek olduğunu anladım. İlk kez bir rüyam bu kadar hızlı gerçeğe dönüştü. Sallantının korkunçluğuyla telaş birleşince ne yapacağımızı bilemedik. Bir an ölümü kabullendim. Hatta “kabullendik” diyelim mi?
Sarsıldık, hem de yüzyıllardır görülmemiş bir şekilde sarsıldık. Peki bu sarsıntı sadece fiziksel mi? Tabii ki hayır. Hepimizin hayatı ve psikolojisi sarsıldı. Artık farklı bir işleyişle sürdüreceğiz hayatımızı hepimiz. Elâzığ depreminden beri bende başlayan deprem korkusu daha da artacak mesela, eğitim planlarım tümden değişecek, yeni hedeflerle ve yeni bir işleyişle hayatıma devam edeceğim. Şükür ki devam edebileceğim.
Deprem sonrası zor günler yaşadık, yaşıyoruz. Tedirginliğimiz hat safhada. Vefat ve yaralı haberlerinin yanı sıra yaşamdan, sevdiklerimizden kopmak düşüncesi bizi çok yoruyor. Depremden sonra fani olduğumuzu daha iyi anladık. Elbette yaşananlara kader deyip geçmek cahilce olur. Kadere inancım tam, bu yüzden böyle diyorum çünkü kader anlayışında insanın çabası ve tedbirleri de etkili. Gerekli denetimler ve yapı güvenliği sağlansaydı belki de bu kadar yıkım olmazdı. “Akıl; sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir.” demiş Mevlâna.
Akademik yıl başlarken ajandamın ilk sayfasına “Var mıdır kaderden daha güzel ajanda?” diye yazmıştım. Bazen kendi yazdıklarımızı bile çok daha sonra tam olarak anlıyoruz. Bu yazdığımı pazartesi günü enkaz başında beklerken alarmım çaldığında tam olarak anladım. Yaptığımız güzel planlar, güzel bir hafta geçirme isteğimiz birden yerini bambaşka şeylere verdi. Dünyaya dair birçok derdimizi unuttuk. Tek bir dert edindik: Yaşamak ve yaşatmak.
Dünya hayatımızın her hadisesinde çıkarılacak bir ders vardır, bunu görmek için biraz düşünmek gerekiyor. Bana kalırsa zor günlerden alacağımız en büyük ders de iyileri daha iyi, kötüleri daha kötü yapması. İnsan zor günlerde daha rahat ayırt edebiliyor vefayı ve hırsı. Uluslararası düşünecek olursak yardım için seferber olan ülkeler de var sırf polemik yaratmak için rezalet karikatürler çizenler de.Bireysel açıdan düşünecek olursak; çevremizdekilerin tavırlarını, karakterlerini daha berrak bir çerçeveden gözlemleme şansı elde ediyoruz. Geçmişte yaşanılan iyi kötü anıları bir kenara bırakıp insan olmanın vefasıyla merak edip arayanlar da var, bencilliğini derinleştirenler de. Hepsinin farkındayız. Zor günler yaşarken sesimizi yükseltecek kadar sergerde değiliz. Sözümüzü unutmayacağız ve sonraya saklayacağız.
Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara kuvvetli şifalar dileyerek yazımızı kapatalım.
“Yaşına hürmeten senin ey dünya,
Demedim bir şey yaptıklarına.”
Zeynel Hebun Güler