Şairimiz Vecdi Subaşı’yı Yitirdik

Müslüm Üzülmez

Bazen insan kendisinde çok mutluyum deme hakkını asla bulamayacak kadar çok acı çeker.”

Koronavirüs nedeniyle dünya diken üstünde. Hastalık ve ölüm her yerde kol gezip günbegün katlanarak artıyor. Allah’ın evi Kâbe bile kapatıldı. Çaresiz bir şekilde evlerimize kapandık. Neredeyse hasta ve ölülerimize sahip çıkamaz, yaslarımızı tutamaz duruma geldik. Böylesi karamsar günlerde sevgili dostum Vecdi Subaşı’nın 6 Nisan 2020 günü kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılışının acılı haberini aldım. Üzgünüm. Önemli bir değerimiz, memleket sevdalısı bir şairimizdi.

Şair ve hukukçu Vecdi Subaşı, 1942 yılında Ergani’nin Saray mahallesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ergani’de, liseyi Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde (1959), yükseköğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi’nde tamamladı (1972). 1968 yılında evlendi. 1969 yılında Bandırma’da Etibank-Boraks-Asitborik ve Sülfürikasit İşletmesi’nde memuriyete başladı. 7 yıla yakın bir süre bu işletmede çeşitli görevlerde bulundu. 1976 yılında Etibank’tan ayrılarak avukatlık stajını tamamladı ve 1977 yılında Bandırma’da serbest Avukatlığa başladı. Elli yaşından sonra yerel gazete ve dergilerde şiirleri yayımlandı. Hece vezniyle ve yöresel şiveyle yazmayı tercih ettiği şiirlerinin bir bölümünü Diyarıma Gidilecek Zamandır (2005) kitabında topladı.

Vecdi Subaşı, sıla hasretinin şairidir. Şiirlerinde genellikle eski zamanlardaki sosyal yaşamı ve insan davranışlarını betimler. 1960’larda Ergani’den ayrılır, ama Diyarbakır’ı hep içinde taşır, anıları hiç peşini bırakmaz hep rüyalarını süsler. Diyarbakır’a olan özlemini dile getiren şiirlerini peş peşe yazar. Biliyoruz, ayrılık hasretin kiridir ve kir atılmadan hasret bitmez. Nere gidersen git o hep ardın gelir. Eğer hasret yürekte duyulmaya başlar ve katmerleşirse efkâr ancak türkü söyleyerek, şiir yazarak dağıtılır. Başka hiçbir şey teselli etmez gurbette olanı. Büyük bir ihtimalle Vecdi Subaşı’nın elli yaşından sonra şiir yazmaya başlamasının nedeni bundandır. Bir şiirinde; “Gönlümüz sende kaldı, gurbette başlarımız/ Bizi şair eyledi firakda efkârımız” diyerek, toplumsal gelişmenin, başka bir ifadeyle kapitalist ve siyasi gelişmelerin bir dayatması sonucu olarak gelen ayrılık ve gurbet karşısındaki çaresizliğimizi haykırır. Başka bir şiirinde ise:

Dostlarım

Bilmeyene masal gelir sözlerim

Ben bu şehri rüyamda da özlerim

Kavuşmadan kapanırsa gözlerim

Bu hasret ateşinde sönmez közlerim.” diyerek, kendi kentine, kendi insanlarına olan özlemini dile getirir.

Kentleşme olgusu, sanayileşmenin türevi olarak tanımlanır. Bir ülkedeki kentleşmenin boyutlarını ise o ülkedeki kentlerin ekonomik potansiyeli belirler. Bu potansiyel görünmez büyük bir etkiyle insanları durmadan bir yerlere savurur. Toplumsal değişim, uygulanan siyasi politikalar ve daha başka nedenlerden dolayı insanlar tarlalarından, bağlarından, bahçelerinden; evlerinden, köylerinden, ilçelerinden, illerinden tek tek veya topluca, bazen de aşiret düzeyinde kopar, kopartılır. Çoğunlukla, Batı’da büyük kentlerin kenarlarında bir yerlere eğreti eklenir. Bunu kabullenmek, sindirmek doğal olarak çok zordur. Gelişen bu olgu karşısında alışkanlıklar, gelenekler devam ettirilerek, şiir ve türkülerle tepki ve özlemler dile getirilerek direnilir. Vecdi Subaşı, bu, kentlere akın sürecinde memuriyet nedeniyle Bandırma’ya yerleşti, sıla özlemini çekerek 78 yaşında gurbette vefat etti ve ailesi ve sevenleri tarafından 6 Nisan günü Bandırma’da defin edildi.

Vecdi Subaş’nın mensubu olduğu Subaşı ailesi, Ergani’nin eski ailelerindendir ve bizim Sofibekir ailesi ile kirvedir. Ama ben bu kirvelik ilişkisinin ne zaman ve nasıl başladığını şimdi hatırlamıyorum. Evleri Saray mahallesinde Çiftpınar Caddesi üzerindeydi. Evin bahçesinde ağaç ve sebze ekinleri, etrafında ise çit yerine sarı, pembe güller ve iğde ağaçları vardı. Baharın gül ve iğde kokusu tüm mahalleyi sarardı. Kuşlar ve arılar iğdelerden hiç eksik olmazlardı. Ve eskiden, bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde her şey yeşil kokardı: Yeşil çimen, yeşil kavak, yeşil erik, yeşil iğde… Taş döşeli yoldan geçerken, yelin esintisiyle gelip geçenlerin yüzüne çarpan yeşil iğde ağaçlarının yaydığı sarıçiçek kokusu insanların aklını başından alırdı. Ya o serçeler?

Şimdi, hepsi çok gerilerde kaldı, yalan oldu. Dahası, Vecdi Subaşı kardeşim de bizleri bırakıp gitti. Her giden, bizden de bir şeyler götürür, eksildik. Ailesine, akrabalarına, dostlarına, sevenlerine sabır diliyorum. Başımız sağ olsun.

***

Vecdi Subaşı’nın şiirlerinde bir örnek:

Diyarbekir Başkadır

Elbet her yörenin vardır yemeği

Diyarbekir aşı, işi başkadır

Lezzet için çok veririz emeği

Meyvesi, sebzesi, eti başkadır.

Kengerli lebeni bahar aşımız

Kekik, geven kokar toprak taşımız

Kelle’ye Paça’ya çatmaz kaşımız

Koyunu, kuzusu, döşü başkadır.

Bizim soframızda kurulur bağdaş

Kaburga, meftune yenilir kardaş

Mumbara, kibe’ye elinle bulaş

Yemesi, doyması, hazı başkadır.

Keme çıkar yemek olur işlenir

Köz üstünde kebabımız şişlenir

Lavaş ekmeğinde parmak dişlenir

Ciğeri, köftesi, şişi başkadır.

Kapuska, kuskusu gurbette yedim

Vallahi bu nasıl yemektir dedim

İçli köftemize doymak bilmedim

Lezzeti, şöhreti, şanı başkadır.

Keşkül’ü, sütlacı tatlı saymayız

Şambabayı desen yıllar anmayız

Nuriye tatlısına billah doymayız

Damağa, dudağa, dile başkadır.

Yazlan doyulmaz bizim meyana

Kavunu, karpuzu zaten bir yana

Subaşı özlemin döker meydana

Allahvekil Diyarbekir başkadır.

 

Müslüm Üzülmez