Mümin Ağcakaya
Sanatçı olmak, sanatla uğraşmak insanın tarihi boyunca yaptığı en değerli faaliyetlerinden birisidir. İnsanın sanatsal bir yaratım içinde bulunması, onu hemcinslerinden daha farklı bir yere getirmektedir. Bu yüzden de toplumlar onlara çok değer vermektedirler. Geride bıraktıkları eserleri de; değeri ölçülemeyen bir mirastır.
Günümüzden binlerce yıl önce yaratılan bu eserlere, gıptayla bakmaktan kendimiz alamıyoruz. Ona harcanan emeğin ne kadar yoğun olduğunu anlamaya çalıştığımızda, hayretler içerisinde kalıyoruz. Eserin albenisine kendimizi kaptırdığımızda; bizi bizden alarak kendi dünyasına götürmektedir. Bu tarihi ve edebi eserler sadece görsellik açısından bir muhteşemlik sergilemiyorlar; onlar aynı zamanda döneminin sanatsal, kültürel, tarihi özelliklerini de yansıtarak adeta bir kayıt, bir bellek özelliği de göstermektedirler. Tarihi sadece yazılı kayıtlardan değil bu eserlerden de öğrenme imkânı sunmaktadırlar. Bu yüzden bazı kültürlerin, halkların tarihlerini; o dönem sanatçılarının eserlerinden anlamak, görmek ve gördüklerimizden bazı sonuçlar çıkarak hem bilgilenmiş, hem de belleğimize yeni bilgileri not düşmekteyiz. Bu yüzden sanatçılara hem dönemi açısından hem de sonraki kuşaklar açısından çok şey borçluyuzdur. Böyle bir misyona sahip sanatçının omuzlarına büyük bir sorumluluk yüklenmektedir. Sanatçının tarihe tanıklığını doğru yansıtabilmesi içinde, olay ve olgulara nereden ve nasıl baktığı da önemlidir. Sanatçı olmanın getirdiği yerde duramayanların, eğilip bükülenlerin geleceğe hitap etmesi de mümkün olamıyor. Sanatçının kendi dönemini doğru yansıtabilmesi için de duruşu önemlidir. Sanatçı duruşunu egemen güçlere göre belirleyemez. Özgün ve bağımsız olmak durumundadır. Dolayısıyla; hangi akım egemense yönünü ona doğru çevirdiğinde özgünlüğünü kaybetmektedir. Güncel yaklaşımlar ya da güncel çıkarlar doğrultusunda hareket ettiğinde, geleceği, sanatçı onurunu, sanatçı duruşunu; neyin, kimin yanında yer alması gerektiğini unutması durumunda, hem kendi geçmişine hem de sanata ters düşmektedir.
Sanatçı kendisini ve kendisi için çizilen sınırları aştığında özgün bir yaratım içerisinde olabilir. Kendisine çizilen sınırlara hapsolmak, yaratıcılığın ölmesi demektir. Sanatçı sınırlanmış alanların dışına çıktığı ölçüde, özgürce yaratımda bulunabilir. Çünkü sanat ve özgürlük birbirini bütünleyendir. Özgür bireyde sınırlara hapsolmak yoktur. Özgün olmaktan çıkan sanatçı ancak sıradan biri olur. Her şeyi ve herkesi amaçları için kullanan sistem; sanat ve sanatçıları kendi yörüngesine almayı sağlamak vazgeçilmez arzusudur.
Edebiyat ve sanat tarihine baktığımızda ayakta kalarak iz bırakanlar ancak özgünlüklerini koruyanlar olmuştur. Egemen akıma kapılanların ne kadar ünlü olurlarsa olsunlar, kendini rüzgâra kaptırdığında geride bir izi kalmamıştır. Dolayısıyla geçmişte iz bırakıp tarihi belleğimizin oluşmasında önemli katkısı olanlar, kendini rüzgarın yönüne göre yelken açmayanlardır.