Revan: İki ozanı iki kültürü karşılaştıran roman

Yazar Abdullah Aren Çelik, yeni romanı ‘Revan’ da Halk ozanı Dadaloğlu ve dengbej Evdalê Zeynikê’yi karşılaştırarak; Türk ve Kürt kültürünü; ozanların dilinden, sazından ve gönlünden geçenleri anlatıyor.

TİGRİS HABER - Abdullah Aren Çelik ‘Kandan Adam’. Yediler Teknesi’, ‘Kandan Adam’ romanlarından sonra ‘Revan’da halk ozanı Dadaloğlu ve dengbej Evdalê Zeynikê’yi Kozan İsyanında buluşturuyor.

Kadim topraklarda iki kültürün, iki halkın ortaklaştığı ve farklılaştığı değerlerini, yaşadıkları sevdalarını, aşklarını, hikâyelerini ve özlemlerini; iki ünlü ozanın dilinden, gönlünden geçenlerin anlattığı romanı ‘Revan’ ile okurlarını tarihi ve kültürel bir yolculuğa çıkarıyor.

Yazar Abdullah Aren Çelik son romanı ‘Revan’ üzerine Tigris Habere konuştu.

Son kitabınız ‘Revan’ın kurgusu nasıl oluştu?

Yılmaz Varol’un; ‘Cemal Süreyya ve Arkadaşları’ diye üç denemeden oluşan bir çalışması vardı. Denemenin birinde Evdalê Zeynikê’den bahsediyordu. Zeynikê ile Dadaloğlu’nun Kozan İsyanında karşı karşıya geldiğinden ve Yaşar Kemal’den bahsediyor. Yaşar Kemal’den bahsederken onun edebi kişiliği, Van’ı nasıl terk edip Çukurova’ya yerleşmesini de yazmıştı. Yazıda Yaşar Kemal’den yaptığı bir alıntısında; ‘Ben ilkokulu yoksulluktan dolayı terk ettim. Tabi öğretmenim de bu duruma içerlemiş. Benim için o dönem Adananın zenginlerinden para toplayıp bana verecekmiş. Ben de bunu duyunca yolumu değiştirdim. Başka bir yoldan Adana’yı terk etmeye karar verdim.’

Bunu bir söyleşi de söylüyor. ‘Orada ben Van’dan Adana’ya gelmeden önce bizim evde Evdalê Zeynikê ile bir hikâye anlatılır. Adana’yı terk ederken amcama söyledim. ‘Öğretmen benim için para toplamış , ne yapayım.’ dedim. Amcam da bana ‘Bize yakışmaz. Sakın o parayı almayasın.’ Ben de kendi kendime dedim ki; ‘Ewdalê Zeynikê’ bizim evimize gelip stran söylemiş bir adamdır. Ben öyle bir yerden gelmişim. Ben o parayı nasıl kabul ederim.’ diyor. Yazı bir yerinde de 1865 yılında olan Kozan İsyanından bahsediyor. Kozan İsyanında Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê’nin karşı karşıya geldiğini söylüyor. Revan’ın asıl çıkış noktası buydu.

Çok ilginç bir hikâye dedim. Bu olayda Osmanlı birlikleriyle Avşar birlikleri karşı karşıya geliyorlar. Osmanlı birliklerinin arasında Kürt aşiretleri de var. Sürmeli Mehmet Paşa’nın yanında Evdalê Zeynikê’nin de savaşa katıldığını öğrendim. Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê’nin ikisi de ozan, âşık yani kültür insanı. Ben de iki farklı kültürü yani, Türk ve Kürt ilişkilenmesini bir savaş üzerinden değil, kültürel bir ilişki ve çatışma üzerinden anlatmayı düşündün. Kısacası her iki ozanın bu savaşta karşı karşıya gelmesini öğrendikten sonra ortaya böyle bir hikâye çıktı.

Kurgu nasıl devam etti?

Maksadım bir savaş hikâyesi anlatmak değildi. Burada özne olarak kültürü esas aldım. Kürt kültürüyle Türk kültürünü ve özellikle Avşar kültürünü bir şekilde karşı karşıya getirerek bir sorgulama yapmaktı. Maksadım biraz buydu. Bu yüzden o dönemi kısmen yansıtan ama daha sonrasında Dadaloğlu ile Evdalê Zeynikê’nin kişisel hikâyesini bir yol hikâyesiyle karşılaşacak şekilde kurguladım.

Revan iki kitaptan oluşuyor. Kitabın ilki Dadaloğlu’nun gözünden yaşadıkları anlatılıyor. İkincisin de savaş Avşarların yenilgisiyle sona eriyor. Dadaloğlu ve Zeynikê’nin arasındaki çatışma askeri değil de bir kültürel çatışma yaşanıyor. Birbirlerine hem nefret hem de hayranlık duyuyorlar.

İkinci kitap da hikâye Evdalê Zeynikê’nin gözünden anlatılmaya başlıyor.

Bu karşılaştırmayla nasıl bir çıkarsama yapmak istedin?

İkisi de aynı dönemde yaşıyor. İki farklı kültür ve etnik yapıya sahip iki ozanın kültürel karşılaşmasının daha iyi olacağını düşündüm. O yüzden de savaşı anlatmadım. Daha çok kültürel yöne odaklandım. O dönem yaşananları hikâyeleriyle anlatmaya çalıştım. Dadaloğlu’nun halk deyişlerini, şiirlerini o dönem mümkün olduğu kadar savaştan uzakta anlatmaya çalıştım. Çünkü anlatmak istediğim bir savaş değildi. Savaşın kazananı ve kaybedeni her zaman belli olur. O savaşın kaybedeni Avşarlardı. Dadaloğlu’nun ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. Ferman padişahın dağlar bizimdir.’ Şiirini bu yenilgi sonrası söylüyor. Ben de bu şiiri söyleme nedenini Avşar kültürünün değerleri üzerinden anlatmaya çalıştım.

Evdalê Zeynikê’yi de öyle anlattım. Evdalê Zeynikê’nin hikâyesinde biz Siyabend ile Heco’nun hikâyesini de görürüz. Onun Kürt deyimlerini de, deyişlerini de görürüz. Yani her iki kültürün de zenginliğini görürüz.

Amacın bu değildi. Kültürel çatışmanın iki kültür arasındaki ilişkinin bu savaştan bağımsız nasıl geliştiğini anlatmaktı. Savaşta iki tarafın birbirine nasıl benzeştiğini ortaya koymaya çalıştım.

Kitap da 1856 yılında yaşanan bu olayda Avşarların neden ayaklandığını, Osmanlı yönetiminin yaklaşımları anlatılıyor. Hatta bu ayaklanmanın bastırılması için; Doğudaki aşiretlerden yardım da alınıyor. Ağrı tarafından 400 atlı süvari ve İshak Paşa sarayında kalan valinin himayesindeki askerler de katılıyor. Avşarlar yenilince bir kısmı İç Anadolu Bölgesine yerleştiriliyorlar. Doğudan giden bazı aşiretler de Çukurova’ya yerleştiriliyor. Yaşar Kemal’in Çukurova’ya gitmesi de yaklaşık 50 yıl sonrasına denk geliyor.

‘BU GÜNE DÜNDEN BAKARAK ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM’

Suni kültürlerden bahsetmiyorum. Bu güne dünden bakarak anlamaya çalışıyorum. Ortak kültürler var. Kültür hegemonyası da var. Türk kültürü; Kürt, Çerkez, Abaza ve diğerleri üzerinde baskın bir kültüre dönüştürülmek isteniyor. Bunun hem başlangıç noktasını anlatmaya çalıştım, hem de bunun mümkün olmadığını anlatmaya çalıştım. Türk kültürünün de kısa zamanlı bir kültür olmadığını, diğer taraftan Kürt kültürünün de binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu yazmaya çalıştım. Dolayısıyla Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê karşılaştıklarında birbirlerine halk hikâyelerini anlatırken, öfkenin yerini bir hayranlığa bırakmaya da başlıyor. Arka planda bir savaş olmasına rağmen birbirinin kültüründen etkileniyor.

Ama ortak bir kazanda harmanlanmıyor. Çünkü her ikisi de güçlü. Yaşar Kemal Dadaloğlu için;’Türklerin en büyük isyan şairi.’. Evdalê için de ‘Kürtlerin Homeros’u Diyor.

‘HER İKİ OZANA DA MESAFELİ DURDUM’

Her ikisinin de birbirinden etkilenmesi çok normal çünkü anlatılan hikâyelere kayıtsız kalamıyorlar. Benim anlatmak istediğim tam da böyle bir şeydi. İki kültür, iki farklı tarih ve iki farklı bakış açısının birbirine karşı başka türlü de bir ilgisinin olabileceğini anlatmaya çalıştım.

Bu iki kültür karşı karşıya gelmeden de birbirini besleyebilir. Her iki halk kültürünün de ne kadar kadim olduğunu anlatmak istedim. O yüzden her iki ozana da mesafeli durdum. Amacım bir kültürün diğeri üzerindeki hegemonyasını anlatmak değildi. Bunun gerisinde yapılan savaşta Avşarlar kaybetmelerine rağmen, kaybedenin olmadığını anlatmaya çalıştım.

Kültür açısından bakınca birbirine hayranlık niye olmasın? Bazen Türkçe türküleri bazen de Kürtçe stranları dinliyorum. İlk duygum şu oluyor; iyi ki de ikisini de dinliyorum. Çünkü müthiş bir zenginlik ve her hangi birisinden mahrum kalmak benim için büyük bir eksiklik olurdu. Bu duyguyla bu kitabı yazdım diyebilirim.

Tarih başka türlü yazılabilir. Özellikle Anadolu dünyanın en eski medeniyetlerini bağrında taşıyor. Yakın dönemde Sur içinde 1600’un üzerinde tarihi yapı olduğunu şu anda elimizde 30 tane kaldığını öğrendim. Toprağın üzerinde tarih belik yok edilebilir. Ama kendini sürekli hatırlatan yer altında muazzam bir zenginliği var. Göbeklitepe’den Çatalhöyük’e, Adana’daki yazıtlara, Diyarbakır’da Zerzevan Kalesine kadar binlerce yıllık tarih toprak altında. İnsanların tanılık ettiği bu tarih kolay kaybolmayacak. Bir medeniyet geliyor kendini diğerinin üzerine inşa ediyor ama eskisini yok edemiyor.

Amacım iki ozanın hikâyesini yazmak değil; bugünü dünden gören bir hikâye yazmaktı.

Ben bu bilinçle hareket edilirse, kültürler birbirleriyle iletişim kurarsa, bu zenginliğin toplumlar açısından iyi şeyleri açığa çıkaracağı düşüncesi bende hâkim. Maksadım iki ozanın hikâyesini anlatmak da değildi. Bugünü dünden gören bir hikâye yazmaktı. Bunun için seçilebilecek en iyi iki kişiydi. Bu iki insanın karşılaşmasına çok tesadüfen denk geldim. Bu hikâye benim için de çok öğretici oldu. Kökleri binlerce yıllık bir tarihle buluşan ve ne kadar karşı karşıya gelirlerse gelsinler birbirleriyle iletişim kurabilecekleri iki kültürü anlatmaktı amacım. Farklı dilleri konuşanların, farklı inanç sahibi olanların birbirlerine karşı hoş görülü olabileceklerini ve bir şekilde yaşayabileceklerini düşünüyorum.

‘İki toplumun tarihi, bizim içine düştüğümüz umutsuzluktan daha büyüktür’

Kültür toplumların ortaklaşması açısından daha iyi bir harçtır. Bazen birbirleriyle savaşanların zamanla ne kadar ortaklaştıklarını da görebiliyoruz.

İki toplumun tarihleri açısından da baktığımızda birlikte geçirdikleri süre savaştıklarından daha uzun. Bu iki toplumun tarihi bizim içine düştüğümüz umutsuzluktan daha büyüktür. Türklerin ve Kürtlerin içinde de umudunu kaybeden çok insan olduğunu düşünüyorum. Ben her iki milletin tarihinin de bu umutsuzluktan daha büyüktür. Özellikle kültürel tarihlerinin zenginliği ortak değerleri daha da zenginleştirebilir. Birbirine dönüşmeyecek ama ortak değerlere dönüşebilir. Yaşadığımız coğrafyada geleceğin ve barışın sağlanması bundan geçiyor.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Kültür-sanat Haberleri