Diyarbakır kent kamuoyunun ve Türkiye’nin gündem başlıklarından biriydi, Dicle Üniversitesi Rektörünün başını örtmesi.
Üstelik başını “inancı” nedeniyle örtüşüne, Sayın Başbakan’ın Türkiye’nin gündemi ve süreçle ilgili olarak çok anlamlı karşılayacağı mealinde sözler sarf etmesi daha da anlamlıydı kanımca.
İşin doğrusu Dicle Üniversitesinin sayın rektör hanımefendisinin ne geçmişte giydiği kısa eteği, ne de sonra tercih ettiği uzun eteği ve dahi ne de şimdi siyaseten tercih ettiği örtünmesi / kapanması beni şahsen zerre kadar ilgilendirmiyor.
Pekâlâ, Rektörlük makamında kadın ya da erkek biri olabilir. Erkek takke takar, sakal bırakır, ya da kadın örtünür zerre kadar umurumda olmaz.
Ben asıl rektörlüğünü yaptıkları üniversitedeki bilimsel üretime, akademik personelin bilime yaklaşımına, işi bilimle uğraşmak olan akademisyenlerle üniversite yönetiminin ilişkisine ve tabi öğrenci, öğretim üyesi ilişkisi ile üniversite yönetimi ile öğrencilerin ilişkisine bakarım.
Bu da yetmez!
Üniversite yerleşke alanına girdiğimde, o üniversal mekânlar; kadim şehir Diyarbekir’in ruhu ile ne kadar örtüşüyor. Yaptıkları, ettikleri işler, çalışmalar kentin dinamikleriyle nasıl örtüşüyor asıl ona bakarım.
Bu açılardan baktığımda Dicle Üniversitesinin, sahiden, suyun (Dicle’nin) öte yakasında kaldığını vurgulamalıyım.
Kentin, toplumsal değerleriyle uzaktan yakından akrabalığının olmadığını da vurgulamalıyım.
Kentine ve kendine, hatta kuruluş amacına hayli uzak bir üniversite orada öylece duruyor. Ne bana, ne de bu şehre ait olmayan bir üniversite orası!
Aidiyet anlamında bana ait olmayan bir üniversitenin rektörü, türben taksa ne olur, başı açık olsa ne olur.
Bir ay öncesine kadar başı açıktı ne yaptı ki!
Şimdi başını kapayıp da ne yapacak.
Olsa, olsa partidaşlarının tabiriyle yerini sağlamlaştıracak belki!
Bilime, şehre, şehir insanına ne katacağı ise ortada!
Benim rektör hanıma önerim, örtü ile uğraşacağına, üniversitesi bilimsel bilgi üretme sıralamasındaki sonunculuktan nasıl kurtulur, asıl onun hesabını kitabını yapsın derim…