Modern, çağdaş, mutlu, güler yüzlü şeyler yazmak istiyorum, olmuyor. Çünkü etrafımız, bulunduğumuz mahalle, kent, ülkenin tamamı mutsuz, moralsiz, takatsiz.
Bu kadar negatiflik arasında kalkıp ‘pembe’ tablo sunacak değiliz etrafımıza. Zaten yalan, dolan, talanla etrafımız bir şekilde çevrilmiş, hatta ‘işgal’ edilmiş vaziyette.
‘Bu işgal uzun sürecek gibi’ diye düşünürken, TV ekranlarından gelen sesle irkiliyorum, bir profesör şöyle diyor; “postmodern işgal altındayız.”.
Hal böyle olunca, ben basit anlamda bir işgalin söz konusu olduğunu kendi kendime telaffuz ederken, koskoca profesörün bilimsel veriler ışığında postmodern işgal altında olduğumuzu telaffuz etmesini olan-bitenle değerlendirdiğimizde meseleyi kurtuluş savaşı yıllarına kadar taşıyabiliriz.
Ülkenin o gün içinde bulunduğu durum ile bugünü karşılaştırdığımızda, benim yalan-dolan-talan dediğim, profesörün postmodern işgal diye ifade ettiği ağır yükün benzerliğini çok net görmek mümkün.
Olan bitenin normal karşılandığı, yönetenlerin hiçbir şekilde rahatsız olmadığı süreçler halkın altında ezildiği, inim, inim inlediği süreçlerdir. Sebepsiz bireysel zenginleşmenin ürünü olan süreçlerin tarihi tekerrürüne tanıklık ediyoruz.
1923’ten 2023’e doğru yol alırken ‘postmodern işgal’ altında olmanın karşılığı yeniden topyekûn bir kurtuluşa işaret ediyor. Sadece söylemlere mahkûm edilmiş, gerçeklerden çok uzak bir yönetim anlayışının popülizmle buluşmasının kurbanları durumundayız.
28 Şubat diye, diye, postmodern darbe diye, diye bizleri postmodern işgale kadar getirdiler. Neye karşı çıktılar ise, onu rehber edinip, onun üzerinden mağduriyet edebiyatı yaptılar, gölgesinden kendilerine oturacak zeminler yarattılar. Ülkenin tamamından, milletten sanki intikam almak için çabalıyorlar gibi.
Her neyse.
Yalan-dolan-talanla işgal.
Postmodern işgal.
Fark etmez!
Her ikisinden de kurtulacağımıza inanıyorum.
Modern, çağdaş, mutlu, güler yüzlü şeyler de yazacağız.
*