Neden insanlar boşluğa düşerler?
Neden yüreklerindeki enerjiyi hayata geçirmezler.
Neden beyinlerindeki düşündükleri olayları yaşamın bir parçası olarak inşa etmezler.
Neden kendilerine, ailelerine ve çevrelerine faydam olur düşüncesiyle hiçbir zaman özgüvenlerinin bir parçasını gösteremeyip kimselere kimseciklere anlatamamanın kaygılarını yüreklerinde taşırlar.
Bu kaygıların asıl nedeni nedir diye, hiç düşündünüz mü dostlarım…
Sevgili okuyucularım kadın gözüyle anne yüreğiyle sizlere sorduğum bu sorulara cevap vermek istiyorum.
Yaşamın bir parçası olarak geçmişten günümüze değin gelen bir bastırılma duygusudur.
Kurulmuş çekirdek ailelerde anne ve babaların temel sorunu; her zaman için yaramaz, enerji dolu çocuklarını azarlayıp bu çocukların içlerindeki potansiyeli açığa çıkararak onları doğru yerlere kanalize edecek basireti gösterememeleridir.
Sessiz sakin, söz dinleyen, sessizliğini sükunetini koruyan, anne baba veya ailedeki büyüklere karşı çıkmayan, söylenilen öğütleri harfi harfine uygulayan çocukları beğenip övmeleri o küçücük beyinlerindeki çocuklarımızın kişilikleri henüz daha gelişmemişken aslında bu çocukları koyun psikolojisine doğru kötü yönde sürüklemektir.
Oysa hayat böyle midir?
Yaşamak, deneme yanılma yoluyla öğrenmek, az da olsa sadece büyüklerimizin hayata karşı tecrübelerinden de faydalanıp düşüncelerimizde yapacağımız işlerde mantık süzgecinden geçirmek değil midir?
Hayat bir kavga değil midir?
Hayat bir başkaldırma değil midir?
Sonucunu göremediğimiz sonsuz bir coşku değil midir?
Bir saniye sonramızın ne olacağını bilmediğimiz kocaman bir oyun değil midir?
Hayat bir nefesten ibarettir.
Hiç bitmeyecek gibi gördüğümüz bir nefes her harikulade son bulmayacak mıdır?
Benim burada belirtmek istediğim yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesin.
Mesela anne ve baba olarak tabi ki çocuklarımız için yaşam kaygılarımız olacaktır.
Başarılı, ne istediğini bilen, toplumda lider özelliği taşıyan fakat bunun yanında vicdanlı, merhametli, ailesiyle çevresiyle uyumlu, araştıran gelişime açık, modern düşüncelerini kendi kültürüyle her zaman için bağdaştıran nesiller yetiştirmek ancak biz anne babaların bu çocuklarımızı iyiye, güzele, doğruya yöneltmemizle olacaktır.
Çocuklarımızı kötü insanlardan, kötü olaylardan, kötü çevreden korumamız şarttır.
Fakat ta çocukluktan beri de öğretebileceğimizi düşünen, araştırmayı bilen, yer ve zamana göre en pratik şekilde durum analizi yapabilen, çocuklar topluma faydalı olacaklardır.
Yolda düşen çocuğumuzu koşup kaldırmakla değil, bekleyip onun kendi kendine kalkmasını sabretmemiz lazımdır.
Hayat tecrübemiz öğretici olmakla beraber hazıra konmak olmamalıdır.
Çocuklarımızı küçük yaşlardan beri sessizliğin girdaplarında boğmadan, içlerindeki enerjiyi çıkartıp yaramazlığın o dayanılmaz coşkusuyla da mutlu olmalarını sağlamamız gereklidir.
Tabi ki bunun yanında coşkunun o heyecanında doğru yolu bulmasını sağlamamız lazım.
Erkek ve kız çocuklarımızın içlerindeki enerjiyi, alt yapılarındaki potansiyeli öğrenerek, sevdikleri alanlara yöneltirsek daha güzel sonuçlar elde edeceğiz.
Özellikle kız çocuklarımızda yaşamda ayaklarının üzerinde rahat durmalarını sağlamamız gerekmektedir.
Bu da çocukken elde edecekleri becerilerle sağlanacaktır.
Gelelim pembe hayalleriyle büyüyen, toplumda kendilerini gösteremeyen kız çocuklarımıza.
İlerinin genç kızlarına..
Büyüyüp serpilen aynalarla, rüyalarla büyüyen daha sonra hepsi toplumda birer kadın olarak yaşamlarına sürdüren kadınlarımıza.
Büyümüş ergenlik dönemini yaşamış reglinin ne olduğunu anlayamadan, bazen şımartılmış, bazen nazı çekilmiş, bazen de toplum tarafından bastırılmış kızlarımıza.
Bazen iyiye,doğruya, başarıya doğru yönlendirdiğimiz bazen de erkeklerden birkaç adım geride durmasını istediğimiz geleceğin annelerine.
Çocukluk dönemi geçmiş, genç kızlığın en nadide güzelliğini yaşamışken birden evlenip çoluk çocuğa karışmalarına.
Kadınlığın en mahremini yaşarlarken, bunun yanında anneliğin sonsuz direnmelerine.
Çalışıyorsa bile evinin tüm sorumluluklarını yerine getirmenin bütünleştirdiği günlük rutin işlerdeki hassasiyetlerindeki çabukluklarıyla beraber dünyaya bırakabilecek tek eserlerinin çocuk doğurma biyolojik gelişiminden başka kendilerine zaman ayırıp pembe hayallerindeki sanatsal ya da ruhsal eylemlerine.
Gün gelecek kadınlarımız ev, iş sosyal statü derken birden kendilerini emekliye ayırıp çalışma hayatının her türlü hareketliliğini bir tarafa bırakarak kendilerini bir köşeye çekeceklerdir.
İşte o zaman hayatı keşkeleriyle yaşamaktansa iyikilerle yaşamayı sürdürmelerini yaşamlarında dillendirmeleri gerekmektedir.
Pembe hayallerinizi yapmaktan geç kalmayın derken bir kadın olarak iyiye doğruya ve güzele özgürlüğe doğru bir adım da bugünden başlayınız.
Yarın belki çok geç olabilir.