Türkiye’nin öngörülemeyen Ortadoğu’daki olası gelişmeler, giderek büyüyen kaosun karışısındaki panik hali devam ediyor. Bölgedeki hareket alanını olabildiğince daraltmış, manevra kabiliyetini kaybetmiş gibi görünüyor. Ne eski monşerlerin çizgisini sürdürebiliyor ne de yeni Osmanlıcı politikalarında ısrar edebiliyor. O kadar da değil canım, dört gözle beklenen İsrail’e ziyareti iptal ettiler ya, utana sıkıla da olsa İsrail’e “terörist devlet” lafını soktular ya, adresi belli bir kamyon dolusu tehditi rüzgara teslim ettiler ya, dahası HAMAS’ın terörist bir örgüt olmadığını dünya aleme ilan ettiler ya, daha ne yapsınlar. Bir gece ansızın Gazze’ye gidecek halleri yok ya. Suriye olsa, Rojava olsa bir yol bulunurdu, mesela bir iki roket atılırdı sınırın bu tarafına, ardından da tankla topla girilirdi. Ama işte, Yahudiler sınırın öte yakasındaki kimi kimsesi olmayan Kürtler gibi değil ki tonla sahibi var, hısım akrabası var, eli sopalı dostları var. Şaka bir yana, Türkiye tam anlamıyla politika üretememe sendromunu yaşıyor, çıkmazı her geçen gün büyüyor, aklı bir geliyor, bir gidiyor. Koskoca memleket ne tarafa dönse dışlanıyor, ne tarafa baksa kimse yüz vermiyor, hiçbir kapıdan içeriye alınmıyor, maslahatı “telefon diplomasisi” dedikleri beyhude çabalarla idare etmeye çalışıyor. Yalan olmasın, belayı başından savmaya çalışan İran, arada bir selam çakıyor, hatta Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Adullahiyan’ı bile Ankara’ya gönderdi. Vaziyet o kadar da kötü olmasa da takanı yok bu ülkenin, sesine kulak vereni hiç yok. Memleketin en bileni eski istihbarat şefi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, canını dişine takmış olsa da bir arpa boyu yol alamıyor, kimseye sözünü dinletemiyor, bunca kariyere rağmen havanda su dövmeye devam ediyor…
*
Gecesini gündüzüne katmış ekran fedaileri, Amerikan’ın dev ordusuna kök söktüren efsanevi Vietkong savaşçıların direnişinden sabah akşam dem vuran NATO yetiştirmesi analizçi, yorumcu güvenlikçiler, girdikleri her savaşı misliyle kaybetmiş emekli generaller, amiraller, bir de kendilerini her konunun uzmanı belleyen, her kapının kilidi sanan, bilmem hangi cephenin başkomutanı edasında sabah akşam konuşan medyanın rütbeli gazeteci kadınlar, erkekler de olmasa işler iyice sere sarpacak, memleket şamar oğlanına dönecek, iyice itilip kakılacak. Gönül rahatlığıyla bu başarıdaki en büyük payın Pentagon’un koridorlarında koşturan, CENTCOM’un asık surat, huysuz, tepeden bakan bol pırpırlı generallerine kükreyen en hızlı yarı diplomat, yarı muhabir gazetecilerin olduğunu söylemeliyim…
*
İşin aslı başka. HAMAS, Filistin kimsenin umurunda değil, ya kaos büyürse, ya savaş tüm bölgeye yayılırsa korkusu var ki bu yersiz bir korku değildir, yabana atılır bir kaygı hiç değildir. Panik bundandır, çıkmaz Kürt hakikatinden kaçmadadır, sıkıntıları halının altına süpürme politikasındadır. Ne maalesef ki bu hakikati görünmez kılacak bir yol, bir çıkış da yoktur. Ortadoğu’da Kürtle kavgalı hiç kimsenin, hiç bir örgütün, hiç bir devletin atabileceği bir adımın, söyleyebileceği bir sözün, hayata geçirebileceği bir planın olamayacağı gerçeğini halktan saklamaya çalışarak sabah akşam atıp tutuyorlar, envai çeşit haritaların başına geçip hikaye anlatıyorlar. Dünyayı titreten sorunları üç beş tünele tıkıştırarak sonuç almaya çalışıyorlar. İşgal ettikleri gayet konforlu, rantı yedi sülalelerini ihya edecek rahat koltuklarında bol keseden atıp tutuyorlar. Üstelik bu işi dakika dakika, saat saat, bıkmadan, usanmadan silbaştan yapıyorlar. En kötüsü atıp tutmalarının hiç bir işe yaramayacağının farkında bile değiller. Belki de farkındalar ama ahalinin ne yaptıklarının, neyi örgütlediklerinin farkında olmadığını sanıyorlar kendi akıllarınca. Aslında onlar ettikleri ipe sapa gelmez laflarla, hayali senaryolarla, akıl dışı tahminlerle memleketi nereye vardıracaklarının ne aklına, ne fikrine, nede kapasitesine sahipler. Ancak bu kadar ülke gerçekliğinden uzak, bölge dengelerinden kopuk, laf ebeliği yapılabilinir. Kimin hazırladığından emin olamadığım arkası önü belli olmayan, ısrarla Kürdü karşı cepheye ittiren, şeytanlaştıran bu uçuk konsept hayra alamet değildir, olamaz…
*
Söylemem o ki çözüm Kürtle konuşmaktadır, Kürtle barışmaktadır, geçmişi bin yıllara dayanan Kürdün aklını ciddiye almaktadır, devamı olduklarını iddia ettikleri Selçuklular gibi, Osmanlılar gibi Kürtle ittifaktadır ama hileden, hurdadan uzak bir ittifaktan söz ediyorum. Elbette bu ülkede yaşayan her insanı onurlandıracak, bildik bahaneleri bir yana bırakarak herkesin hakkını, hukukunu teslim edecek bir ittifak elzem olacaktır. İranmış, Rusyaymış, Amerikanmış, Avrupaymış, İsrailmiş, Filistinmiş, Hamasmış, çakma füzeli bilmem ne tugayıymış, eline roket tutuşturulmuş bilmem ne ordusuymuş, bunların tamamı boş işler, beyhude çabalardır. Kürt sorununu dünyaya havale etmenin sanıldığından daha yıkıcı sonuçları olabileceğini, memleketi kasıp kavuracak daha büyük bir felakete sebebiyet verebileceğini bilmelerinin vakti geldi, geçti bu beylerin, hanımefendilerin. Ama ne yazık ki sorunu anlamamakta ısrar ediyorlar, bu nedenle de panik hali devam ediyor…