Yüzyıllardır birlikte yaşamış, aynı kaderi paylaşmış, aynı cephede savaşarak ortaya yepyeni bir devlet oluşumu çıkarmış iki halk, Türkler ve Kürtler arasında aidiyetini arayan o kadar çok birey var ki. İşte asıl sıkıntı burada başlıyor. Bu aidiyeti ortak bir noktada buluşturma refleksleri bir türlü devreye girmiyor. Hem Kürt, hem de Türk aidiyetimiz, yani bu iki yanımız da acıyor. Bu acının şiddeti ise giderek artıyor, canımızı yakıyor.
Çok genel manada bir bakış açısıyla kimin nerede, nasıl, ne şekilde yaşam savaşı verdiğini bilmiyoruz, bilme imkânımız da yok. Herkesin yaşam hikâyesi kendine ait çizgileri içinde devam ediyor yâda bitiyor. Biten veya bitmeyen (devam) eden yaşam hikâyelerinin bir bölümüne tanıklıklarımız olsa da bazen gerçek hikâyelerin ne olduğunu bilemeyebiliriz.
Ancak bire bir tanıklığımızda yaşanan 40 yıllık bir savaş var ki; kişisel yaşam savaşları hikâyelerinin ötesinde Türkiye halklarını da içine çekerek sorumluluk yükleyen bir savaş. Tanıklığımız aynı zamanda sorumluluğumuz oldu, ait olduğumuz toplum ve aidiyetimizi borçlu olduğumuz Türkiye halkları adına.
Kimimiz çok sayıda yılı geride bıraktı gelecekle ilgili ne kadar yılımız kaldı diye düşünmeden yeni umutlar yeşertmeyi becermek adına. Her birimiz kendimize göre sürekli umutlarımızı güncelledik tüm kayıplara rağmen.
Yaşarken olmasını istediği şeyleri hayattan koptuktan sonra gerçekleştiğini bilen yâda tanık olan var mı ki?
Elbette yok.
Böyle bir ritüel yok ise geriye kalan nedir o zaman?
Gelecek nesillere mümkün olduğu kadar sorunsuz bir dünya bırakmak.
40 yıllık savaşın sonuçlarına bakıyoruz;
Sunduğu tek şey var, ölüm.
‘Çözüm süreci’ deyip, barışı sunmuşlardı, umutlanmıştık.
Sonra en iyi bildikleri savaş’ı sundular, umutları kırdılar.
Belki de 20 yıl öncesinden başlaması mümkün olan bir süreç olabilirdi, olmadı. Ülkeyi yöneten iktidarların ‘Güvercin ürkekliği’ sayesinde bugünlere devrolan süreç şimdi tek başına Kürtlerle ilgili bir süreç değil artık.
Topyekûn Türkiye halklarını ilgilendiren bir süreç olduğunu çok net görebiliyoruz. Geride bıraktığımız yıllarda sadece Kürtleri kızdıran iktidar erkleri şimdilerde Türk halkını, Türkiye halklarını da kızdırmayı başaracak kadar ‘Ciddi’ uygulamalar gerçekleştiriyor.
Bu uygulamaların karşısında durmak Türkiye halklarının ‘Acil’ görevleri arasındadır ve öncelik sunuyor. Bu önceliğin içeriğini silahla değil, siyasetle donatmak zamanıdır.