Mordem Sanat Merkezinde Enfal operasyonunu anlatan oyunu izledikten sonra bu konuda ayrı bir yazı yazmak yerine; daha önceden T24’de Uzay Bulut’un imzasıyla yayınlanan ve Minhaj Akreyi tarafından yazılmış olan makaleden bazı bölümleri alarak olaya yakından tanıklık edenlerin dilinden aktarmanın daha iyi olacağından hareketle bu yazıya yer verdim.
“Operasyonun adı “Enfal Harekâtı”ydı: Enfal, Arapça’da “savaş ganimetleri” anlamına gelir. Bu harekât, Kürt halkına ve onların köyleri, tarımı, altyapısı, yolları vs. dâhil yaşam alanlarına yönelik bir dizi sistematik saldırıyla gerçekleştirilen soykırım harekâtıdır.
Harekât, 1986’nın başından 1989’a kadar sürdü ve hedef aldığı alanda siviller yaşadığı için çoğu kadın, çocuk ve yaşlı 2.150.000 insanı katletti. 4000 köy yerle bir edildi ve en az 1 milyon insan göç etmek zorunda kaldı. 860 kadın dul kaldı, daha fazla çocuk ise yetim.
Ardından, 1988 yılında, aynı anda fakat ayrı bir operasyon kapsamında, Halepçe ve çevresine yönelik yeni bir saldırı başlatıldı. Bu saldırı, Irak Kürdistanı ve Enfal trajedilerinin sembolü oldu. Halepçe ve çevresi; hardal gazı, sinir gazları sarin, tabun, VX, kan zehiri hidrojen siyanür gibi kimyasal gazlarla, ya da daha yaygın bilinen ismiyle, kitle imha silahlarıyla bombardımana tutuldu.
Bombalama sürdükçe, insanlar havada “hoş bir koku, tatlı elma, portakal ve sarımsak kokusu” alıyor ve dakikalar geçtikçe, nefes almakta güçlük çekmeye başlıyorlardı. Birkaç dakika sonra, “bazı insanlar hemen orada ölüverdi. Bazıları ise gülerek can verdi, diğerlerinin ölümü biraz daha uzun sürdü; önce yanarak, vücutları su toplayarak ya da ağızlarından yeşil kusmuklar gelerek öldüler.”
Halepçe soykırımı, yaklaşık 5000 erkek, kadın, çocuk ve yaşlıyı öldürdü; 10.000’den fazla insanı yaraladı; binlerce insan hala kayıp ve binlerce insan soykırım sonrasında ortaya çıkan komplikasyon, hastalık ve doğum kusurları sebebiyle hayatını kaybetti. Soykırımdan canlı kurtulanlar ise normalden çok daha yüksek oranlarda sağlık sorunu yaşadı: Ülkenin geri kalanına kıyasla, normalden 24 kat fazla düşük oranı, 10 kat fazla kolon kanseri, diğer kanser türleri, solunum rahatsızlıkları, deri ve göz problemleri, doğurganlık ve üreme sorunları yaşadılar. Bu kimyasal saldırıların kalıcı genetik etkileri oldu ve bu etki, saldırıya uğrayan şehirlerdeki insanlarda görülen doğum kusurlarının oranında açıkça kendini gösterir. (Bazı kaynaklar, operasyonun ana amacının da bu olduğunu belirtmektedir)
Saldırıdan kısa süre sonra, birkaç İranlı gazeteci Halepçe’ye gitti. O gazetecilerden biri olan Kaveh Golestan, gördüklerini şöyle anlatıyordu:
“Donmuş bir hayat vardı adeta. Hayat durmuştu; sanki bir film izlerken, filmin bir görüntüde takılıp kalması gibi. Benim için yeni bir ölüm anıydı. Bir odaya giriyorsun, bir mutfağa, bir kadının (operasyondan önce) elinde bıçakla havuç kesmekte olduğunu görüyorsun. Sonrası daha da feciydi. Kurbanlar, hala bir yerlere götürülüyordu. Birkaç köylü helikopterimize geldi. 15 veya 16 güzel çocuk vardı yanlarında, onları hastaneye götürmemiz için bize yalvarıyorlardı. Bütün basın mensupları orada oturduk ve her birimiz birer çocuk taşıyorduk. Helikopter havalanırken, kucağımdaki küçük kızın ağzından sıvı geldi ve kollarımda öldü.”
Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’taki Kürt nüfusa yönelik başlattığı Halepçe soykırımı için hiçbir zaman yargılanmadı çünkü yargılandığı 1982 yılındaki Dujail Katliamı davasında ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. Fakat takma adı “Kimyasal Ali” olan, Saddam Hüseyin’in kuzeni Ali al Hasin al Majid, elbette patronu Saddam Hüseyin’in de rızasıyla soykırımın esas sorumlusu olarak Halepçe soykırımı davasında yargılandı, ölüm cezasına çarptırıldı ve 25 Ocak 2010’de idam edildi.
Ünlü Kürt atasözü “Dağlardan başka dost yok”; Kürt tarihinde birçok kez doğruluğunu ispatlamıştır. Enfal operasyonu ve Halepçe Soykırımında da bu deyiş yine kanıtlandı çünkü tek bir ulus bile ne Saddam Hüseyin rejimini bu insanlık suçu nedeniyle kınadı, ne de soykırım yapılırken herhangi bir tepki dile getirdi.
“Demokrasi şampiyonu” (ABD) tepki göstermedi; Amerikan medyası tek bir haber bile yapmadı. Avrupa Birliği, sesini yükseltmedi; Yahudi soykırımı kurbanlarına dayanan ve ne yazık ki soykırımları ve soykırımların yarattığı büyük acıları çok iyi bilen ülke (İsrail) tepki göstermedi; böyle olayları engellemek ve tepki göstermek amacıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler de hiçbir açıklama yapmadı. Hiçbir ulus bu soykırım karşısında tepkisini dile getirmedi.
O gün, en azından Kürtler için, dünyanın dilsiz, sağır ve kör olduğu bir gündü. O gün insanlığın utandığı, itibarını yitirdiği ve kınandığı bir gündü.”