Hasan Tahsin Gücüm
Kürt sorunu hangi perspektiften bakarsak bakalım her şart altında orta doğuya ait bir sorun olmasına rağmen, tarih boyunca bölge devletlerinin bir iç meselesi olarak hep lokal olarak gündemde kalmıştır.
Zaman zaman Bölgesel dinamikleri dahil etme çabalarında bile hakkında fikir yürütülen bu mesele çoğunlukla “dışarının içeriye etkisi” ile sınırlı olmuştur.
Konunun tarihsel, sosyolojik ve küresel boyutları, güç mücadelelerine direnişle ya da iktidar sahibi olarak dahil olan siyasi aktörlerle beraber değerlendirildiğinde bir “Kürt siyasal alanı” tartışmasını mecbur kılmaktadır.
Konuyu sadece bir şehrin, bir coğrafi bölgenin, bir devletin sorunu olarak algılamak ve bu çerçevede çözüm önerilerini tartışmak, jeopolitik ilişkiselliğin anlaşılmasını ciddi oranda sınırlamaktadır. Bunun aksine sorunun meydana gelişini ve dönüşümlerini küresel, bölgesel ve yerel düzeylerin ilişkiselliği içinde algılayıp çözüm tartışmalarını bu çerçevede yürütmeyi öne çıkarmak gerekir.
En temelde Kürt sorununu, Kürt siyasal alanının inşasını, başat jeopolitik, jeososyal ve jeoekonomik dinamiklerini ve bütün bunların tarihsel sosyolojik derinliğini anlamak için Kürt sorununun Kürt siyasal alanındaki dinamiklerin meydana geliş koşullarının küresel, bölgesel ve lokal düzeylerini tarihsel ve toplumsal olarak analiz etmek gerekiyor.
Küresel, bölgesel ve yerel süreçlerin İki bin’li yıllar boyunca gözlemlenen siyasal ve toplumsal dinamikleri ile 1990’lar ve 2000’ler boyunca bölgeye gerçekleştirilen emperyalist müdahalelere karşı Irak ve Suriye’de gittikçe radikalleşen bir İslamcı direniş geleneğinin yarattığı denklem içerisinde şekillenen Kürt siyasal alanında, 2000’ler boyunca iki temel ideolojik-siyasal çizgi belirginleşmeye başladı: demokratik konfederal ve klasik milliyetçi çizgiler.
Bu iki nokta bölgesel örgütlenmenin toplumsal ve siyasal dinamikleri, sonraki yıllarda derinleşen kürt siyasetinde belirleyici etkenleri oldu.
Kürt siyasal alanını en temelde Kürtlerin içinde yaşadıkları coğrafya, tarihsel olarak inşa ettikleri toplumsal ve siyasal yapılar, bu yapıların Kürdistan coğrafyasında siyasal ve kültürel egemenlik kurmuş devletler ve bir bütün olarak hepsinin bölgesel ve küresel jeopolitik, jeoekonomik ve jeososyal bağlantılarının bileşkesi olarak tanımlamak mümkündür.
Kürtler uzunca bir süre iki imparatorluğun sınır halkı olarak yaşadı. Kürt nüfusunun arasındaki ilk sınır, Osmanlı ve Safeviler arasındaki sınırdır. Osmanlı ile Safeviler arasında varılan 1637-Kasr-ı Şirin anlaşması neticesinde ortaya çıkan bu sınır günümüze kadar çok büyük bir değişiklik geçirmedi halen varlığını sürdürmektedir.
Bunun sonucunda kürt nüfusun ve tarihsel Kürd coğrafyasının çoğunluğu Osmanlı topraklarında kalırken, azımsanmayacak bir nüfus Safevi kontrolünde kaldı.
Kürtler bu dönemde her iki imparatorluğun sınır halkları olarak aşiret konfederasyonları hâlinde inşa edilmiş otonom emirlikler vasıtasıyla içinde bulundukları imparatorlukların siyasal, askerî ve ekonomik ilişkilerine dahil oldu.
İmparatorluklar açısından, Kürtlerin yaşadığı bu coğrafya bir yandan güç kullanarak kontrol edilmesi çok zor bir alandı, diğer yandan ise diğer imparatorluğa karşı yarattığı stratejik konumu nedeniyle kaybedilmemesi gereken bir alandı. Bu iki temel sebepten dolayı, bir özerklik formu olarak Kürt aşiret konfederasyonları, imparatorluklar için hem siyasi hem de sosyal açıdan çok çok önemli merkezlerdi.
İmparatorlukların parçası olarak yaşamak, gevşek ve geçişken sınır anlayışından dolayı Kürtler açısından çok büyük bir sorun yaratmıyordu.Bu gerçekliğin, Kürt siyasal alanının bugün hâlâ hâkim olan iki dinamiğinin kurulmasında doğrudan etkisi vardır. Birincisi, Zağros dağ silsilesinin kuzey bölgelerinde yerleşmiş olmanın Kürtlere ve onların kurdukları siyasal yapılara stratejik savunma avantajı sağlamasıyla ilgili, İkincisi ve Kürtler açısından tarihsel ve siyasal bir dezavantaja sebep olan boyutu ise kendi kurdukları yapıların imparatorluklara bağlı olmaları karşılığında edindikleri özerkliğin özellikle ulus-devletlerin inşası aşamasında bağımsızlık mücadelesi yürüten Kürt milliyetçi öncülüklerin önünde bir engel olarak belirmesidir.
Bu tarihsel gerçeklikler her dönem olduğu gibi bugünkü siyasal şartlarda bile çeşitli dönüşümler geçirerek hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
Osmanlı’nın son iki yüz yılına hâkim olan modernizasyon ve siyasal değişim süreci, sadece Türk, Arap, Ermeni, Yunan ve diğer halkların değil aynı zamanda Kürtlerin de içinde yer aldığı bir süreçti.
Bu süreçte bölgedeki siyasal değişim ve dönüşümde en az politik eylem ortaya koyan kesim Kürtler oldu.
Özellikle çok güçlü Dinsel ve mezhepsel nedenlerle Bölgede hâkim imparatorluklara olan tek taraflı geleneksel bağlılıkları bu politik tavrın en belirgin nedeni idi.