Bugün kitlesel bir problem olan “önyargı”dan bahsetmek istiyorum.
Eşimle birlikte Gurme adında bir restaurant açmıştım. Misafirlere sunduğum menünün ilk satırında “Önyargılar, her şeyden önce kendi özgürlüğünüzü kısıtlar” diye yazmıştık.
Restaurant ve felsefe ne alaka diyeceksiniz. Bana göre önyargının olmadığı hiçbir yer yok!
Önyargı sözlüklerde“ Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm, peşin fikir. ”veya“bir kişi ya da olaya ilişkin yeterli bir bilgi edinmeden, önceden, peşin bir karara varmış olma durumudur” diye yazılıdır.
Gerekli kanıtlara dayanmaksızın ve doğru olup olmadığı araştırılmaksızın, önceden edinilmiş “yargı”, “peşin hüküm”doğru veya yanlış; olumlu veya olumsuz da olabilir.
Bireyin doğduğu günden itibaren çevresinden duyduğu ve gördüğü her şey, önyargının temelini oluşturur. Bu önyargılar bizim kararlarımızı temelden şekillendirdiği gibi düşüncelerimizde de etkin bir rol oynar. Bir başka deyişle önyargılar, bizim düşüncelerimizin sınırlarını çizer. Bundan dolayı yaptığımız yorumları zekâ, yaratıcılık, kapsamlı ve özgürce düşünme yerine önyargılarımızın bizim zihnimize çizdiği çerçeveler belirliyor. Bu da insanın yanlış hükümlere varmasına sebep olurken, üretken fikirlere ulaşmasını da engeller.
Günümüz dünyasında yaygınlaşan kitle iletişim araçları ile bilgiye ulaşmak artık çok daha kolay hale geldi. Tabii ulaşılan her bilginin doğru olduğu söylenemez.
Bireyin önyargılarının, her zaman suçlayıcı, kötümser ve aşağılayıcı olması anlamına da gelmez. Önyargının bir şeklide kişiye hak etmediği vasıf, güzellik ve meziyetleri yüklemektir. Bir şeyi olduğundan aşağı görmek ya da olduğundan yukarı görmek arasında bir fark yoktur. Neticede ikisi de o şeye hak ettiğini değil hak etmediği tanımı yapmaktır. Bu durum ise “ön adalet” peşin hükümdür.
Peşin hükümlü olmak, çoğu zaman bir haksızlığın ortaya çıkmasına da neden olur. “Önyargı, hayata kirli bir camdan bakıp her şeyi kirli görmektir” diyen La Edri’nin bu tanımı da aslında olumsuz bir önyargıdır.
Doğru ya da yanlış öğrenilen eksik bilgiler, önyargı olarak karşımıza çıkmaktadır. Önyargı, insanların düşüncesizliğine bir kılıftır.
Ne güzel söylemiş Albert Einstein: “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.”
Yatırıldığı ruh ve sinir hastanesinde “ölü” olduğuna inanan ve bu nedenle de yemek yemeyen ve hiçbir hayati faaliyete katılmayan bir hasta, tüm uzmanlar ve psikiyatristlerce girişilen çabalara rağmen “ölü olmadığına” ikna edilememiş. Hastanın bu kararından vazgeçmeyeceğini anlayan ve tedavisini üstlenen psikiyatristlerden biri, sonunda gerçeği hiç itiraz edilemeyecek şekilde ortaya koyacak pratik bir yol bulur ve hastaya, ölülerin bedeninin kanayıp kanamayacağına dair bir soru sorar.
Hasta “Tabii ki kanamaz çünkü ölülerin tüm hayat fonksiyonları durmuştur” der.
Bunun üzerine psikiyatrist, küçük bir iğne alıp hastanın parmağına batırır. Bir müddet şaşkınlıkla parmağına bakan ve kanadığını gören hastanın tepkisi ilginçtir.
“Hayret! demek ki, ölülerin de kanı akarmış.”
Peşin hükümlü bir kişiyi ikna edemeyecekseniz, edemeyeceksiniz demektir!
Farklı olaylarda önyargıya maruz kalan birey bundan yakınmakta ancak bilinçli ya da bilinçsiz olarak yakındığı olayın işleyeni olmaktan vazgeçememektedir. Birey kendisine yapılan önyargılı tutumlarda, kendisine haklılık payı çıkarmış, yapılan davranışı bir şekilde yapana iade eder. Bu da yaşamda bir kısır döngüye dönüşmüştür.
Gordon Allport‘un “Ön Yargının Doğası” adlı kitabında “Etnik önyargı, hatalı ve esnek olmayan bir genellemeye dayanan antipatidir. Bu, hissedilen ya da ifade edilen bir şeydir. Grubun bütününe ya da bir bireye o grubun üyesi olduğu için yöneltilir” diye bir tanım yapar. Sosyal psikolojide yapılan bu önyargı tanımı, günümüzde önyargıyı bir tutum olarak görmektedir. “Tutum” başlığı altında da görüldüğü üzere, tutumlar üç bileşenden oluşmaktadır. Hem kızgınlık, sevecenlik hissedilen duygunun niteliğini hem de hafif rahatsızlık, açık düşmanlık tutumunun aşırılığını ifade eden duygusal bileşen, tutumun içeriğini oluşturan inanç ya da düşünceleri kapsayan bilişsel bileşen ve kişinin eyleme yönelik niyetlerini/eğilimlerini içeren davranışsal bileşen. Bu bakış açısından, insanlar diğerleri hakkında sadece tutum geliştirmekle kalmazlar, genellikle tutumları temelinde harekete de geçerler.
Örneğin İngilizleri soğuk buluyor ve sevmiyor olabilirsiniz. Bu olumsuz bir önyargıdır. Diğer yandan Arapları cana yakın buluyor ve seviyor olabilirsiniz. Bu da olumlu olsa bile bir önyargıdır.
Ancak sosyal psikologlar, önyargı terimini diğerlerine yönelik olumsuz tutumları ifade etmede kullanmaktadırlar. Diğer yandan önyargının sosyal gruplara karşı oluşturulan bir tutum olduğu da vurgulanmalıdır. Diğer bir deyişle önyargının hedefi bireyler değil, sosyal gruplardır. Bireyi hedefleyen önyargı, bireyin kişisel özellikleri nedeniyle değil, bireyin söz konusu gruba üyeliği nedeniyle ortaya çıkar. Dolayısıyla önyargının hedefi olan grup üyesinin kişisel özellikleri ve davranışlarının iyi ya da kötü olmasının bir önemi yoktur.
Ön yargı ile insanlığın, uygarlıkların, milletlerin davranışlarının karşılaşması en büyük engel belki de…Abartılmış bir deneyim ortamında savunma sistemleri olarak kullanılan, sıradanlaştırılmış gibi çıkan sosyal bir hastalık. Sonuçları ise yanılgı ve buna bağlı pişmanlığa gebe kalmaya yol açan birçok açmaz almak.
Düşüncenin en büyük düşmanlarından biri de: Oluşumundan beri gelen bir savunma ortamında, “Ben” kibrini merkeze alma, genelleme ve bilgisizlikle çerçevelediğimiz duvarların ardından yeni bir karşılaşmaları görmek ama görememek gibi. İnadın en büyük dostudur önyargı. Gerçek yargıyı görememek, yargısız infazla iç içedir. Önyargı, insan düşüncesi yetisini tek yöne kanalize eder. Saplandığı kendince doğrunun dışında bir şey düşünemez.
Günümüzde bunu yıkabilmek için eğitimde eleştirel düşünme ve özgürce yorumlama üstünde duruluyor. Çoğu insan belli başlı önyargılarını yıksa da insanlar hakkındaki bazen haklı bazen haksız saplantılarından kendini kurtaramıyor.
Çevresindeki insanlar hakkında “herhangi bir izlenim”inden o zaman, şu şekilde düşünüyordur gibi çıkarımlarda bulunuyor. “O” insanların kendisini ifade etmesini beklemeden ya da önyargılarına saplanıp karşısındakinin düşüncelerini önemsemeden hükümler veriyor.
“Hayatı boyunca okuduğu tek kitabı, dünyada yazılmış tek kitap zannedenlerden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım” demiş Rufus Choate.
Ön adaletsiz olmamak temennisiyle...
Çünkü,
“Önyargı”yı hüküm olarak tanımlıyoruz…