ÖNCE SÖZ DEĞİL SES VARDI

Ali Haydar Üzülmez

Başlangıçta ne söz, ne de tanrılar vardı. Yeryüzü ve yeryüzünün üstünde canlı ve cansız varlıklar vardı ve insanların varlığını/soyunu sürdürmesi için birlikte hareket etmesi zorunluydu. Doğa/Tanrı insanları öyle kodlamıştı.

Mucizevi bir şekilde insanlar akılları ile diğer canlılardan farklıydılar. Doğa ana veya doğa/tanrı onları akılları ile farklı kılmış, ancak tek başına yaşayamazsınız demişti.

Toprağı, suyu, havayı, ateşi, barınağı, yiyeceği ve giyeceğini paylaşma gereksinimi ve soyunu sürdürmesi için kendine eş bulma zorunluluğu, insanları iletişim kurmaya zorladı. Henüz söz yoktu. Ses ve işaretle anlaşıyorlardı. Düşünüyorlardı... İşaret ve sesten sözcükler yaratıldı. Ortaya konuşma daha sonra da yazı; destan, şiirsel edebiyat ve felsefi düşünce, felsefe, mantık yürütme ve doğayı taklit ederek geometri, rakamlar, sayılar ve matematik icat edildi.

Bunlar soyuttu, hepsi insan aklının ürünleriydi.

Zamanla akıl insanlara güdü, his, sezi ve duygularının üstünde rehberlik etmeye başladı.

Henüz tanrılar yoktu insanlar kendilerini besleyen toprağa ve toprakta yetişen nesnelere, nesnelerin yetişmesine neden olan suya, havaya ve Güneş’e minnetlerini içten duygularla teşekkür ederek göstermeye başladılar.Zaman ve saat kavramları da yoktu. Mevsimler, gece ve gündüz vardı. Gece ve gündüz kavramları ve mevsimler ;kış, ilkbahar, yaz, sonbahar da henüz kelimelerle tanımlanmamıştı.Her şey basit ve yalındı. Avlanma veya hasat sonrası şenlik ve eğlence, ölüm sonrası üzüntü ve keder vardı. Daha sonra aklın yaratıcılık, merak ve sorgulama tutkusuyla, hayvanlar ve bitkiler evcilleştirildi; icatlar yapıldı; yerleşik hayata geçildi. Şehirler kuruldu, kule ve tapınaklar yapıldı ve nihayetinde tanrılar yaratıldı. Yöneticiler tanrıların temsilcisi olarak kabul edildi. Sonra tanrıları da yöneten Amon-ra, Zeus gibi tanrılara varıldı.

“Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsa ve ellerini biz insanların yaptığı gibi sanat eserleri yaratmak için kullansalar, atlar atlara ve öküzler de öküzlere benzeyen tanrı şekilleri çizer ve onların bedenlerini kendi farklı türlerinin şeklinde yapardı.”Ksenophanes,

Yani? Yanisi şu: hayvanların da akılları olsaydı onlarda başlangıçta insanlar gibi kendilerine benzeyen tanrılar yaratırlardı. Sözün özü , tanrılar insanları değil , insanlar tanrıları yarattı. Hayat, hayal ve düşünce devam etti. Yaratıcı ve mutlak hakim olarak tek tanrılı döneme geçildi. Şimdi içinde bulunduğumuz aşamaya..

Hayat ve yaratıcılık, düşünme devam ediyor...

Bütün bu anlattıklarım yaşadığımız şu anki dünyada oluyor. İnsanlık başka dünyaya ( bilinmeyen öte dünyada değil) Mars'a taşınsa, Mars'ta koloni kursa dinleri ve tanrıları ne olur bilemiyorum.

Bir an, milyarlarca galaksiden meydana gelmiş evreni düşünelim, bu milyarlarca galaksinin her birinin içinde milyarlarca yıldız var. Bunu zaten uzayla ilgilenen bilim insanları söylüyorlar , ben yalnızca onların gözlem ve bilimsel çalışmalarını bir matematik öğretmeni olarak merakla izlemeye çalışıyorum.

Bu yıldızların içinde yaşadığımız ‘Dünyamız’ sadece bir nokta kadar büyüklükte. Ve o noktanın içinde insanlar bir hiç.Yani yok gibi bir hiçlik…

Her şeyi biliyoruz diyenlere, şunu derim: Siz Evrende nesiniz ki, neyi bildiğinizi zannediyorsunuz?

İnsanlığın hayat yolculuğuna devam edecek olursak..

İnsanlar tapınaklarda bir araya gelmeye başladı. Güvenlik içinde birlik ve alışkanlıklar ve ahlak oluştu. Kültürler ortaya çıktı. Tüm bunlar insan aklının ürünleri. Diğer bütün canlılar, doğa ana onlara ne vermişse onunla yetinmek zorundalar. Canlılar, canlıları yiyerek varlığını sürdürür. Döngü, doğa yasaları böyle çünkü, elden ne gelir! Ama insanlar öyle değil. İnsandaki akıl tasarlayıcı ve yaratıcıdır. Kalbin/gönlün heyecan, coşku ve üzüntüsünü akıl denetimde tutar. Tutmazsa delirir, delice şeyler yaparız. Varlığımızı, soyumuzu sürdüremeyiz.

Duyu organlarımızla aklı besler, oluşan sonucu, ses çıkararak dilimizle ifade ederiz. Bu sözdür. Anlam ifade eder. Her insanın, topluluğun, toplumun, halkın ortak kullandığı dil aşamasına geçildiğinde ise buna da o toplumun, halkın ana dili dendi. Neden "baba değil de, ana dili dendi" derseniz; Eee, çünkü sizi doğuran, sütü ile besleyen, büyüten sevgisini verip de sizinle İlk konuşan, size konuşmayı öğretip, ninni söyleyen ananızdır da ondan!

Bugün için her insanın, topluluğun, toplumun milletin/ulusun anadili vardır. Ana sütü gibi dili de helâldır. Bu dil tüm insanlar için önemlidir. İnsanlar kendi dillerinde düşünür, konuşur ve yazarlar.

Ama gel gelelim bizde kimi cahil okumuşlar ya bunun farkında değil ya da millyetçilik/dincilik batağında kendi analarını ve ana dillerini öve öve bitirmez, ama başka analara ve anaların diline gelince onu yok sayar veya "ilkel, kaba" olarak nitelerler.

Irkçı/milliyetçi ideoloji insanlığın başına bela oldu! dersem, sanırım çok ileri gitmiş, yalan söylemiş olmam.

Örnek olarak kendimizi alabiliriz.

Türk olanlar, kendi analarına ve ana dillerine toz kondurmaz, kendi dillerinin güzelliğini öve öve bitirmezler. Tamam, buna hiç bir itirazım yok. Türkleri ve Türkçeyi çok seviyorum. Peki, yaklaşık 20 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlerin dili ve anaları ne durumda? "Kürtler yok hocam!, onlar Türk’türler, hem de Türk oğlu/kızı, Türkler" diyorsanız orada durun! Kurucu irade/Mustafa Kemal bu konuda hata yaptı, siz bu konuda ısrarcı olmayın derim. Çünkü, hatadan dönmek erdemdir.

İçinde bulunduğumuz bu durum Türklere, temiz Müslümanlara yakışmıyor. Misal, Müslümanlar "cennet anaların ayakları altındadır" diyorlar. Ama ana Kürt olunca orada cennet bitiyor, cehennem başlıyor. Kürt anaların, Kürt halkının atalarının halife Ömer döneminde Araplardan sonra Müslümanlığı kabul eden ya da zorla ettirilen ilk kavim/halk olduğunu atlıyorlar; Türkler ise Karahanlılar döneminde (840-1212) Müslümanlığı kabul etmişlerdir.

Tüm bunlar görmemezlikten geliniyor.

Maşallah Türk milliyetçileri ve Türk İslamcılar bu konuda biri birleri ile Türk-Sünni İslam ittifakında birleşip Kürtlere, Kürt analara kan kusturuyorlar.

Kürd'e, Kürtçeye yaklaşım konusunda aralarından su sızmıyor, hamdolsun aralarında hiç bir fark yok.

Derim ki ey temiz inanmış Müslümanlar/ müminler, ey temiz Türkler sizin ananız kadar Kürt anaları da güzeldir, sizin diliniz Türkçe kadar Kürtçe de güzeldir. Gelin ırkçılık, Türk ırkçılığının esiri olan dincilik yapıp, analara ve anadillere haksızlık yapmayalım.

Kürtler, Türkler tüm Anadolu halkları, inançları olarak sivil bir anayasa yapalım herkesin hakkını hukukunu tanıyalım ve gerçekten kardeşçe yaşayacağımız demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni el birliği ile yeniden düzenleyerek, inşa edelim.

Türkçeyi ve Kürtçeyi birlikte öğrenelim.

Kürtçe, Türkçe türkülerimizi birlikte söyleyelim.

Hepimize hayat bayram olsun!

İyi bayramlar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.