“Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç”

Ceylan Alkan

SEFİLLER/Victor HUGO

Bir insanın yaşama hakkını elinden almak, aslında onu yaşarken ölüme mahkum etmektir bana göre. Hele ki, işlemiş olduğu suçun cezasını fazlasıyla çekmiş, çilesinin bittiğini zanneden biri için, gök kubbe içinde mahkumiyet asla bitmez. Tıpkı Jean Valjean gibi… Eseri okurken adeta beynimi kemiren adalet, vicdan ve merhamet kavramlarının bir kez daha hayatımızın ‘olmazsa olmazlarından’ olması gerektiğine şahitlik ettim. Birçoğumuzun bu kavramları sadece kendine bir mağduriyet isabet ettiği zaman tanıdığı bir gerçek. İnsanları yargılamak kolaydır fakat adil yargılamak zordur. İkisi arasındaki ince çizgiye dikkat edilmediği takdirde bir insanın tüm hayatına mal olabilecek bir karara varılmış olur. Dönemin adaletsizce hükmedilen kanunlarının bedeller ödettiği nice insan hikayelerine rastlarsınız Sefiller romanında. İşlenilen ufak suçlardan ötürü çekilen büyük çilelere… 

Fransız edebiyatının ünlü yazarlarından Victor Hugo, 1840-1860 yılları arasında gerçek yaşamdan esinlenerek yazdığı eserine,  Bienvenu Myriel adında bir din adamının hayatıyla giriş yapmış. Yaşamı boyunca iyilik kavramının içselleştirilmiş sesini duyamayan ya da duyurulmamış bir insanın kalbine dokunarak onu iyileştirmesi açısından isabetli olmuş kanaatindeyim.  Hem de toplumdan adeta tecrit edilmiş bir insanın hikayesinin baş kahramanı olmak, herkesin harcı olmasa gerek.

 Bienvenu Myriel, dönemin kralı Napolyon tarafından Diny’ye din adamı olarak atanmış, şehre kız kardeşi Baptistin ve hizmetçisi Madam Magluar ile gelmiştir. Din adamlarına tahsis edilen bir saraya yerleştirilmelerine rağmen, hemen bitişiklerinde bulunan ve hastalar için koşulları yetersiz kalan bir hastaneyle yer değişikliği yapan Myriel, şu cümleleri kurar; “siz beş ya da altı odalık küçücük bir binaya yirmi altı kişiyi sığdırmaya çalışıyorsunuz, oysa en azından altmış kişiyi barındıracak bu kocaman sarayda, biz yalnızca üç kişiyiz. Siz hastalarınızla buraya ben de sizin bulunduğunuz binaya yerleşeceğim” diyerek kısa zaman içinde yaptığı iyiliklerle oldukça sevilen biri olmuştur.

Jean Valjean; Anne ve babasını küçük yaşlarda kaybetmiş, henüz 20’li yaşlarda bir gençti. Eniştesini kaybetmesinin akabinde, yedi yeğeninin de sorumluluğunu alır. Çocukların aç hallerine dayanamaz ve onların karınlarını doyurmak için ekmek çalar ve bu suçtan ötürü yıllarını kürek mahkumu olarak geçirir. Uğradığı haksızlığı bir türlü kabullenemeyen Jean Valjean, ceza süresi dolmadan bir kaç kez kaçmaya teşebbüs eder. Bu davranışı zamanın katı ve acımasız kanunları gereği on dokuz yıllık bir bedel ödemesine ve kaçış senaryolarıyla ünlenmesine sebep olmuştur. Yaşamış olduğu onca sıkıntı onun içindeki iyiliği ve iyiye olan inancını silip atmıştı. Hapis hayatının bitmesiyle kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan Jean Valjean için her şey daha da zor ve çekilmez hal alır. Ne var ki, cezaevine mutsuz ve pişman giren mahkum, oradan çıktığında umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeye aldırmadan taş gibi sert yürekli bir adam oluvermişti. Cezasının bitmesi tam bir özgürlük sayılmazdı onun için, sayılmadı da… Kürek mahkumiyetinden kurtulmuştu fakat suçlu olmaktan bir türlü kurtulamayacaktı. Digne sokaklarında girdiği hiçbir han ona yemek ve yatacak yer vermemişti,  perişan halde kalakalmıştı. Ta ki, bir din adamı olan Bienvenu Myriel ile yolları kesişinceye kadar. Jean Valjean, ona evini ve sofrasını açan din adamının gümüş kaplarını çalıp kaçar, yakalanıp karşısına getirilmesine rağmen, iki şamdanlığı da iş kurması için ona hediye eden  Myriel, kimseye onun çaldığını fark ettirmez, onu bağışlar. Din adamının ona bu denli yaklaşması kalbine dokunur. Her şey düzelmez belki ama ruhunu kötülüklerden arındığını hisseden Valjean, içindeki iyinin tekrar ortaya çıkmasıyla kimsenin tanımayacağı yeni kimliğiyle hayatına devam etmeye çalışır. Bulunduğu kasabada ticaret yapar ve Madeleine Baba adıyla, zengin ve yardımseverliğiyle tanınır.

Fantine, kızına bakabilmek pahasına, onu han işleten bir aileye emanet eder. Madeleine Baba’nın iş yerinde çalışmaya başlar ve kazandığı parayı kızının giyim ve ihtiyaçları için aileye gönderir. Zira Thenardier ailesi, Cosette adındaki küçük kıza gereken önemi vermez, onu handa hizmetçi gibi çalıştırır. O sırada Madeleine Babanın bilgisi dışında uğradığı iftira sonucunda işten çıkarılan Fantine için ve acı dolu günler başlar. O kadar acı çeker ki, bir vesile ile Madleine Babayla karşılaştıklarında tanınmaz haldedir. Onun bu durumundan bihaber olan Madeleine Baba, kendini bu durumdan sorumlu hisseder ve bakımını üstlenir. Üstlenir üstlenmesine fakat durumu oldukça ciddidir ve son isteği kızını görmektir.   

Gerçek kimliğini saklayan Jean Valjean, geçmişinden ne kadar kaçarsa kaçsın arkasında bir gölge gibi iz süren müfettiş Javert vardır.  Javert, kanunlara bağlılığıyla tanınır. Jean Valjean’a aşırı kuşkucu ve suçlu gözüyle baktığından bir türlü peşini bırakmaz ve her gittiği yerde onun izini sürer. Belediye başkanlığı yaptığı sırada ondan kuşkulandığı için ihbarda bulunur fakat Jean Valjean adıyla başka biri yakalanınca, gelip belediye başkanı olan Madeleine’den af diler. Onun yerine mahkemeye çıkarılan kişinin suçsuz yere yargılanmasına vicdanı razı olmayan Jean Valjean, mahkemeye gider ve gerçek kimliğini açıklar.

Cosetta,  küçük yaştan itibaren, annesi tarafından Thenardier ailesinin yanında emaneten bırakılmasına rağmen iyi yetişmiş, sevecen, sempatik ve akıllı bir kızdır. Jean Valjean  yani gerçekte Madleine Baba, Cosetta’yı Thenardier ailesinin yanından alıp kendi yanında büyütmek ve yetiştirmek ister. Bir miktar para karşılığında aile Cosetta’yı ona vermeyi kabul eder. Annesini kaybeden Cosetta için tek çıkış manevi babasına bağlanmaktı. Birlikte  başka şehre yerleşip kendilerine bir düzen kurma yoluna girerler. Her gün Cosetta’yla birlikte bir parka giderler. Orada karşılaştığı Marius adındaki genç, Cosetta’ya aşık olur ve onunla evlenmek ister. Bir sokak çatışmasında esir düşen Javert, Jean Valjean tarafından serbest bırakılmasına rağmen, bu durumu gururuna yediremez ve hayatına son verir. Bu çatışmada yaralanan ve baygın haldeki Marius’u yer altında sırtında taşıyan Madeleine, bu durumu minnet duymaması adına ondan saklı tutar. Evlilikleri gerçekleşen Cosetta ve Marius  ayrı bir evde hayatlarını sürdürmektedirler. İnzivaya çekilen Jean Valjean, ölüm döşeğindeyken kızına, kendisine din adamı Myriel’in vermiş olduğu şamdanlığı vererek hayata gözlerini yumar.   

Dünya Klasikleri arasında yer alan Sefiller’i  gerek kişi gerekse olay analizleriyle ayrıntılı bir şekilde vermemin sebebi, herkesin okumuş olduğunu ümit ederek, o döneme tanıklık eden karakterleri iyi tanımamız gerektiğine inandığımdandır. İyilik ve merhametin dokunduğu her el, başka ellerin de güzelleşmesine vesile olur. Denize atılan bir cismin  dalga etkisini  gösterir. Hayatta bir motto var ki,onu hayatın neresine koyarsanız koyun bağrında güzellik taşır ve ben de sözlerimi onunla bitirmek istiyorum; “her zaman, her yerde ve her daim iyilik” vesselam…

 

Victor HUGO, Sefiller, Kitap Zamanı, 582  Sayfa

 ceylanalkan@ yahoo.com