Bu yılın ve geçtiğimiz yılların Newroz kutlamalarını arşivlerden güncelledim, hemen hemen tamamında mesaj ya da mektup var. Bu yıl verilen mesajın evirileceği aşama ne olur, bilemem, ancak bir önceki Newrozlarda verilen mesajların, yayınlanan mektupların toplumsal bir faydası konusunda net bir şey söylemek mümkün değil.
Elbette ki mesajlar önemli, hele ki Kürt meselesi ve demokrasinin inşası, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması manasında ise çok, çok önemli. Ancak, bu yıl olduğu gibi seçim öncesinde verilen mesajlar olduğunda, çok önem arz etmiyor, sadece dilek ve temenniler sınıfında kendine yer buluyor.
Kürt meselesinin demokratik çözümünü, toplumsal kabulünü, dönemsel mesajların ya da mektupların içeriğine sığdırmak olmaz. Çözüm ile ilgili mesajların, yaklaşımların, önerilerin, görüşmelerin, diyalog ve müzakerelerin sürekliliği, kalıcılığını gündemleştirir.
Çözüm parametrelerinin seçime endeksli olduğu izlenimi belli bir kesimde kabul görebilir, ancak, toplumun büyük kesiminde kabulden çok kafa karışıklığına neden oluyor. Kürtlerle ilgili mesele dönemsel olarak seçimlere endeksli mi ele alınmalı, yoksa devletin gerçek kurumlarıyla süreklilik arz eden bir misyonla mı buluşturulmalı.
Önce bu sorunun cevabı ya verilmeli, ya da bulunmalıdır. Mesele partiler üstü bir mesele olduğuna göre, siyasi partiler arasında seçim pazarlığına mahkûm edilmemelidir.
Var yâda yok, ancak, şu an insanların kafasında cevabı verilmemiş ‘seçim pazarlığı’ sorusu var.
Leyla Zana’nın Diyarbakır Newroz alanında kalabalığa sorduğu sorudan yola çıkarsak, durumun özeti budur.
‘Yeni sürece hazır mısınız?’
Sorusu, bir hazırlığın olduğuna işaret etti!
Ardından, Tuncer Bakırhan’ın;
‘Türk, Kürt ittifakı güncellensin’
Başlığı, müzakerelerin olacağına işaret etti.
İki mesajın da, seçim sonrasına atıf olduğunu değerlendirsek de, nereye doğru evirileceği konusunda fikir, bilgi sahibi değiliz. Belki, diğer Newrozlarda olduğu gibi, alanlarda söylenmiş bir söylem olacak, belki de yeni bir başlangıç…
Keşke sonuç olacak diyebilseydik.
Diyemiyoruz, çünkü toplumsal güvensizliğin zirve yaptığı bir süreçten, aynı zamanda siyaset kurumlarının ‘dip’ yaptığı bir döneme denk geldik.
Kafalar karışık, müjdeler flu, söylemler suya yazılmış kelimelerden ibaret.
Sonuçta, söz uçar, yazı kalır, yazıyı kalıcı kılmak lazım.