Ekolojik düşünce soruna diyalektik tarzda yaklaşmaktadır. Tez anti tez bağlamında ele aldığımızda; doğal toplum tez, hiyerarşik toplum ise anti tez olmaktadır. Tarihsel süreç göstermiştir ki; doğal toplumun komünal değerleri ile sınıflı toplumun bireyci değerleri sürekli çatışma halinde olmuştur.
İnsanoğlunun topluluk döneminden toplumsallaşma aşamasına geçiş ve sonrası süreç de oluşan bilinç ve bu temelde örgütlenen toplum çok güçlü bir yapılaşma oluşturmuştur. Yaşam tecrübeleriyle oluşturduğu toplumsal hafızasını; mitolojik anlatımlarla da zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarmıştır. Toplumun en küçük yapıtaşlarına kadar etkili olan ve on binlerce yıl değerlerinin yaşamasına yol açan bu aktarımlar; gelenek ve görenekler biçiminde de olsa etkileri günümüze kadar sürmektedir.
Sınıfsal farklılaşmayla birlikte, egemen insanda önce kadına sonra tüm topluma ve nihayetinde de doğaya tahakküm kurma eğilimi gelişmiştir. Başlangıçta olmayan fakat sonradan kazandığı bireyci ve egemen olma özellikleri sadece insana özgü olarak gelişmiş, yaşamda kendi kişisel ve sınıfsal egosuyla çelişen doğal olan ne varsa ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Doğada insanın dışında hiçbir canlı birbiri üzerinde egemenlik kurmaya, başkasını sömürmeye, zor aygıtları oluşturarak yönetmeye çalışmamıştır. Bunu sadece düşünen, üreten iradi bir varlık olan insan yapmıştır.
Doğal toplumun bozulmaya uğradığı yeni süreç de insan bilinci egemen güçlerin lehine işlenmeye başlanıyor. Bu güçlü ve egemen olacaksın yaklaşımı kapitalist sistemin bilim ve teknik alanındaki gelişmelerle birlikte; doğayı korkunç bir şekilde tahrip etmeye başlamıştır. Temel kuralı sınırsız büyüme olan kapitalizm her şeye hükmetme, rekabet ve sonsuz egemen olma hırsı sadece dünyayı değil, uzayı da yağmalama anlayışına götürmektedir. Her şeye egemen, sahip olma anlayışı korkunç tüketimi, kaynakların sınırsız kullanımı; sonuçta bitişi getirecektir.
Dolayısıyla sınıflı toplum ve onun en gelişmiş biçimi olan kapitalizm, tüm çabalarına rağmen bireyciliği toplumun her kesimine aynı oranda kabul ettirememiştir. Toplumsal gelenek ve göreneklerin daha canlı yaşandığı, kırsal alanlarda yaşayan kesimler bu dayatmalara karşı sürekli bir direnç göstererek; geçmiş doğal toplumun değerlerini yaşatma ve devam ettirme çabasını sürdürmüşlerdir. Bu yüzden; köylerde imece usulüyle iş yapma, aile, aşiret, akraba ve hemşerilik ilişkilerinin yaşatılıyor olması; toplumsal dayanışmayı sürdürme ısrarı; geçmiş doğal toplumdan kalan özellikleri yaşatma ve devam ettirme isteminden kaynaklanmaktadır.
Ortaya çıkan bu dayanışma tavrı kendini köylerinin, kasabalarının vahşi kapitalizme açılmasına; doğanın talanına karşı çıkmada daha iyi göstermektedir. Derelerinin özgür akmasını, ormanlarının kesilmesini, madenlerin doğayı tahrip edecek biçimde işletilmeye açılması uygulamalarına ve politikalarına karşı şehirde yaşayanlara göre daha duyarlı davranmaktadırlar. Çünkü yüzlerce yıldır yaşamını sürdürdüğü meraların, ormanların, derelerin; kontrolsüz geliştirilen teknolojinin, geriye dönülemez yıkımın sonuçlarını daha derinden yaşayacaklarının farkına varmaktadırlar. Biliyorlar ki; yaşanamaz hale gelecek olan köylerini terk etmek zorunda kaldıklarında, kendilerini nasıl bir yaşamın ve nasıl bir geleceğin beklediğini bilemedikleri şehirlerin yollarını tutacaklardır.