NEREDE ESKİ GÜNLER-3

Mümin Ağcakaya

 

                                                                              MÜMİN AĞCAKAYA

 

                Kapitalist toplumda da aşırı üretimle birlikte insanlar aşırı sermaye sahibi olma hırsı, sömürü, baskı, ayrımcılık vb. anlayışını doğaya da yansıttı. O yüzden insanlar birbirini öldürmekten, doğaya zarar vermekten sakınmadı.

 Doğa ve toplum birbirinden koptu, toplum içinde, ezen ve ezilen; sömüren, sömürülen diye toplum ikiye ayrıldı. Kadın erkek köleliği geliştirildi ve toplumsal eşitsizlik dönemi başladı. Dogmatizm, kadercilik gelişti. 

Toplumda ne kadar huzursuzluk, düzensizlik geliştiyse bu durum doğaya da yansıdı.  İnsan toplumdan, doğadan kopmaya başladı. Egemen olan kapitalizm teklik kültürünü geliştirdi.  İnsanların ne yiyeceği bile belirlendi. Tarımda bile sadec bazı ürünler ekilmeye başlandı, bazı hayvan türler de yok edildi.  Tek ürün zamanla toprağı çoraklaştırdı.  Doğadaki kaynaklara tek başına hâkim olma anlayışı Dünya savaşlarına yol açtı. Kitlesel katliamlar için silahlanma yarışı başladı. Bilim ve teknoloji de bu amaç için seferber edildi.        

1970’li yılların başlarında sistemsel ve toplumsal krize giren kapitalizm bunu çevreye de yansıttı.  Ekolojik sorunu sadece bir çevreyi kirletme olayı olarak algılanmamak gerekir. En önemli boyutu doğayı tahrip etmesi, çevreyi yaşanamaz hale getirmesi, insan ve canlılar için yaşam alanı bırakmamasıdır.

    Tohumların genleriyle oynandı, tarımda kullanılan ilaçlar birçok canlıyı öldürdü. Kimyasal atıklar dünyanın başına bela oldu. Nükleer santraller ve büyük fabrikalar atıklarını gömdükleri; Afrika, Ortadoğu, Üçüncü dünya ülkelerini çöplüğe çevirdiler. Asit yağmurları toprağı zehirlemeye devam ediyor ve kirlilik artık küresel bir tehlikeye dönüştü. Küresel ısınma ekolojik dengeyi bozuyor ve birçok canlı buna bağlı olarak ölüyor. Denizler yükseliyor, buzullar ortadan kalkıyor. Dünyanın ısı dengesi bozuluyor, her tarafımız çöl almaya başlıyor.   Barajlar doğayı ve tarihsel değerleri yok ediliyor.  Nehir kıyılarına kurulan eski uygarlık kalıntıları sular altında kalıyor ve ekosistem zarar görüyor.   

  Şehirleşmeler tamamen bir kanser gibidir. Şehirde yaşayan insan doğanın farkında değildir. Müthiş derecede yabancılaşmıştır. Ürünlerin nasıl elde edildiğini, nasıl oraya geldiğini, nasıl yetiştirildiğini bilmiyor ve sadece tüketiyor. Tahribat katlanarak ilerliyor. Geri dönüşü olmayan bir yolda ilerliyor. Aşırı tahrip olmuş bazı alanlarda doğal yapıya dönmek artık mümkün görülmüyor. 

  Ekolojik hareketler ilk kez bin dokuz yüz yetmişlerde ortaya çıkıyor.  Aynı süreçlerde kapitalist sistem kaos sürecine girdi. Çevre ve insan sorunların kaynağını kapitalist-emperyalist sistemde gören ekoloji hareketi bu temelde ortaya çıkıyor. İnsanlığa çevre bilincini verme, mevcut sisteminin doğaya ters düştüğünü ve arada yabancılaşmanın olduğunu, eğer bir an önce adımlar atılmazsa insanlığın, dünyanın yok olacağını, çelişkilerin evrensel olacağını ve bütün insanlığı kapsadığını belirterek yaklaşan tehlikeye dikkat çeken bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Yaşanan ekolojik sorunların sistem ve toplum kaynaklı olduğundan hareketle sorunu toplumsal ekoloji kavramıyla ele alınmasını önererek, daha geniş çerçevede ele alınmasının sorunu teşhiste ve çözüm yollarını geliştirmede daha gerçekçi olacağı fikrini ortaya koymaktadır. Doğal yaşamın değerlerinden hareketle bu sorunun da devletli bir çözümü yerine toplumsal temelli çözüleceğinden hareket etmektedir.Çünkü bu sorunların yaratıcısı ve kaynağı olan sistemin buna çözüm bulmasının mümkün olamayacağını varsaymaktadır.

 

                Toplumsal ekolojinin öncülüğünü yapan Murayy  Bookchin sorunu bağını kurmaktadır. Tarihsel boyutuyla birlikte değerlendirerek, egemenlik ve toplumsal sistemle bağını kurmaktadır. Dolayısıyla doğayı bu hale getiren insanın kendisi  oluyor. Ama açlıkla boğuşan, yaşamını zar zor sürdüren insan değil. Bu dünyayı elinde tutan, teknoloji ve bilimi savaşın hizmetine sokan ve dev sanayi şirketlerinin sahibi olanlar, bu sistemin devam ettiricileri olan egemen güçlerdir.

                Doğa ve gelecek nasıl kurtulacaktır. Geçmişte birey, toplum ve doğa arasın kurulmuş olan doğal dengenin yeniden kurulmasıyla, yani toplumsal ekolojiye dönüşle bu mümkün olabilir. Yoksa büyüklerimizin dediği gibi; ‘’Sen sağ ben selamet’’ diyemeyeceğiz. Yaşamak için koşulların olmadığı bir dünyada, sağ ve selamet kalınamayacaktır.

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.