Yazan: JoanChittister
Çeviren: Cihan İpek
O sahneyi hala çok iyi hatırlayabiliyorum. Başka türlü hiçbir şekilde göremeyeceğim bazı şeyleri görmemi ve böylece gözlerimin açılmasını sağladı.
İşim nedeniyle uzunca bir süre düzenli olarak Cleveland ile doğduğum şehirde olan Erie manastırı arasındaki 160 km’lik uzun yolu gidip gelmek zorundaydım. Yol ip gibi dümdüzdü. Yola çıktıktan sonra arabanın hızını sabitleyerek rahat bir yolculuk yapıyordum. Bir istisna hariç, evim ile manastır arasındaki tek engel, ip gibi dümdüz uzanan, cam gibi asfaltlı bu uzun yoldu.
Her yolculuğumda yolun kenarındaki düz arazilerden biri olan bir mısır tarlasının hafifçe tümsekli bir yerinde ayakta durmuş bir adam görüyordum. Yolun kenarında yapayalnız duruyordu. Bir elinde bayrak gibi bir şey salıyordu. Yanında da bir plakart, arkasında ise kamp yaparken kullanılan çadırdan yapılmış katlanabilir bir sandalye vardı. Her hafta, her seferimde, yağmurlu havada, karlı havada, sıcak havada, fırtınalı havada, tek başına, yalnızca öylece durmuş orada nöbet tutuyordu. Ve onun suskun varlığı, yoldan geçenlere açık bir işaret idi.
Bir süre sonra onun bulunduğu noktaya her yaklaştığımda o tarafa bakmak için hızımı azaltmaya başladım. Başımı çevirerek orada ne sattığını görmeye çalıştım. Hiçbir şey. Yandaki plakartı okumayı denedim. Okunamıyordu. Bulanıktı. Çevrede başka insanların olup olmadığına bakındım. Başka nesnelerin varlığına göz attım. Orada ne iş yaptığına dair herhangi bir işaret aradım. Evet, hiçbir şey bulamadım.
Günün birinde dayanamadım durdum. Yolun kenarındaki bayıra park ettim. Gezerek vaaz veren gezici bir vaize benzemiyordu. Bu iş için çok yaşlıydı. Polis de değildi. Çünkü görüldüğü gibi herhangi bir üniforma taşımıyordu. Trafik kontrolü de yapmıyordu. Zira ufukta tek bir araç görünmüyordu. Ama bir şeyi dikkat çekiciydi. Üzerinde askeriyenin bir parkası vardı. Bir eliyle beni çağırırken, diğer eliyle de sürekli sapından tuttuğu bayrağı salıyordu. Arkasındaki sandalyeye dayatmış plakartın üzerinde: “GIVE PEACE A CHANCE = BARIŞA BİR ŞANS VER!” yazılıydı. Biraz daha yaklaştığımda iki bacağının da demir çubuklardan oluşan protez bacaklar olduğunu fark ettim. Yanında başka kimse yoktu. Yapayalnızdı. Yolun kenarında durmuş, yoldan geçen araçlara doğru kendi el yapımı bayrağı sallayan savaş malulü gazi biri olmalıydı.
O bayrak, o günden sonra her gün olduğu gibi bugün de beynimde hala dalgalanıp duruyor. Yoldan geçen araç sürücülerini düşünmeye sevk eden azmi, inatçı direnci, savaşı ret edici tavrı, kararlı isteği, beni çok etkiledi ve düşünmeye itti.
Kültürümün bugüne kadar bana öğrettiği: ‘‘Büyük küçükten daha iyidir; güçlü zayıftan daha etkindir; savaşı sürdürebilme gücüne sahip olmak, yorulmadan barış istemek eylemlerinden daha sonuç alıcıdır; birey tek başına ekonomi devlerine, holdinglere, süper güçlere karşı tamamen çaresizdir.’’ gibi görüş ve teorilerin aksini ispatlarcasına o, dimdik ve yapayalnız orada ayakta duruyordu.
Sanırım çoğumuz, “Bir birey olarak ben tek başıma, bunca yoksulluğa karşı, adaletsizliğe karşı, bu savaşın içinde barış için, daha iyi bir yaşam ve çalışma koşulları için, eşitlik için ne yapabilirim ki? Güçsüzüm, grupları etkileme gücüm yok, çoğunluk beni dinlemiyor, çoğunluk benim gibi düşünmüyor, kimse inandığımla, ilgilendiklerimle ilgilenmiyor.” gibi soruları şu ya da bu şekilde en az bir kez olsun kendi kendimize sormuşuzdur.
Yolun kenarındaki adamın bize öğrettiği cevap çok basit: “Şayet biz bir şeylerin yapılmasını ve değişmesini istiyorsak, önce kendimizin bir şeyler yapması gerek. Sadece bayrak sallamak gibi küçücük bir şey de olsa…”
Kaynak:Chittister, Joan, Weisheitsgeschichtenaus den Weltreligionen, Syf. 44, Freiburg, Herder-Verlag