Hırsız, arsız ve yüzsüzlerin çoğaldığı, ezmenin, zalimliğin, hoyratlığın, kabalığın, değerbilmezliğin, küfrün “güç” zannedildiği, kokuşmuşluk, yalan ve yalakalığın“erdem”den sayıldığı bu günlerde. Bu sözlerim bir kenarda dursun!
Ne gariptir ki, sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.
Elbette ki dürüstlüğün bir piyasa değeri vardır. “İnsanların dürüstlüğü, grupların bağlarını güçlendirir.” gerçekleri savunmaktan öte uygulayıcısı olmak toplumsal anlamda refahın sağlanmasının önünü açar. Gerçek hala yalanın, sahtekarın, gelişigüzel hukuk uygulamalarının ve topluluk bağlarını gevşeten akademik palavraların karşısında duran bir kavramdır. Gerçek bu bağlamda geleceğin en büyük garantörüdür.
Bugünler de giderek artan sayıda insan, hükümetlerini yaşananlardan sorumlu tutmakta ve yaygın yolsuzlukları ile yalanlarından çekinmeden bahsetmektedir. Aynı zamanda protesto yapanların yığınların profilinde de değişiklik gözlenmektedir.
Bu barışçıl protesto hareketlerine, AK Parti Genel Başkanı, çoğu kez “korkutucu” uyarılarıyla karşılık vermektedir. “Protestocular,” “gazeteciler,” “muhalefet,” düşmandır ve dış mihrakların kontrolündeki provokatörlerdir gibi sert söylemleri, yandaş medya, resmi makamlar ile devlet yetkilileri de bu söylemlerini tekrarlayarak şirin görünmeye çalışmaktadırlar.
İktidar, “istikrarı,” muhalefetin bastırılması ve alternatif siyasi güçler arasında iktidarın barışçıl devrine olanak sağlamaması gibi belirsiz varsayımlara dayandırılmıştır. Ayrıca “yargı organının da” siyasi muhalefeti cezalandırma aracı olarak amaç dışı kullanıldığı görünümünü taşımaktadır.
Ancak insanlar sorumlu ve haklarına saygı gösteren bir hükümet beklentisi içine bir kere girdi mi, artan bir baskıyı pasif bir şekilde kabullenmeleri artık olasılık dışıdır.
Geçtiğimiz yıllarda da Türkiye’de endişe yaratan gelişmeler meydana gelmiştir. Siyasi çoğulculuk ile hukuk devleti, azınlıklar ve insan haklarına saygı üzerine sorunlar ise Türkiye’nin özgürlükler açısından geride kalmasına neden olmaktadır.
Şimdiki Ak Parti Hükümet’i, Türk milliyetçiliğini daha da popülist bir istikamete çevirdi. Bu durum Türkiye’nin daha liberal demokrasiye dönüşümünün önünde zorluklar çıkarmaya devam ettirdiği gibi. Yönetici sınıfının devlet yapıları üzerindeki denetimi, Türkiye’yi gözetimli bir model “egemen demokrasi” haline getirdi.
AK Parti Genel Başkanı’nın milliyetçiliği yeniden yorumlaması da Kürt sorununu çözememiştir. Sorun çözülene kadar, Türkiye istikrarsız içsel faktörlere sahip olmaya devam edecektir. ABD, Avrupa ve insan hakları kuruluşları sürekli olarak bu konudaki endişelerini dile getirdikleri halde ifade özgürlüğü sınırlandırılmaya devam etmektedir.
Türkiye’yi, Türk milletini veya Türk kurumlarını aşağılamayı yasaklayan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi, (3. Fıkrası görmezden gelinerek) özellikle Kürt sorunu gibi hassas konuları dile getiren gazeteciler, akademisyenler ile diğer kişileri bezdirmek için sıklıkla kullanılmaktadır.
Türkiye tutuklu gazeteci, akademisyen ve benzerlerin sayısı açısından dünyadaki en yüksek rakamlardan birine sahiptir ve bu kişilerin çoğu, Kürt sorunu üzerine yaptığı haberler nedeniyle cezaevindedir. Geçmiş yıllarda binlerce insan, Kürt terör örgütüne üyelik veya hükümeti devirmeye yönelik askeri komploda yer aldıkları suçlamalarıyla tutuklanmıştır. Tutuklamalar gazetecileri, akademisyenleri ve hatta savunma avukatlarını bile içermektedir. Terörizme ilişkin yürürlükteki geniş kanun hükümleri, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve azınlık haklarının tanınması veya devletin insan hakları ihlallerine dikkat çekmek için mücadele veren aktivistler hakkında yasal takibat başlatılmak için kullanılmaktadır.
Türkiye’de derin devlet askeri komplolarının tarihsel örnekleri vardır. Aslında hukuk sistemi büyük ölçekte karşılık-amaçlı kullanılmaktadır.
Türkiye’de devlet temel amaçtır. Devletin bekası, baskın devlet ideolojisidir. Bu anlayış ABD ve Avrupa’nın çoğunluğuyla çelişir; bu ülkelerde devlet amaç değil araçtır. Onlar için amaç-gerçekleştirildiği oranda-özgür yurttaşlar ve sorumlu idaredir.
Türkiye’deki güncel dinamik, güçlü sivil toplum aktörlerinin, ateşli bir medyanın ve bağımsız bir yargının ortaya çıkmasını engellemektedir. AK Parti, iktidar yapılarını korumak için mahkemelerin bağımsızlığına ve bireylerin özgürlüğüne sınırlar koyan, bu otoriter ülke modelleri dizisinin izlenmesi ve teşvik edilmesi tehlikeli bir modeldir.