Kürt aydını, çok sevdiğim “Belasına sevdalandığım bebek” kitabının şairi Avukat Sinan Sabri Çepik’in yeğeni, çalıştığım Özgür Gündem gazetesinin Siverek dağıtımcısı Murat Yoğunlu, Urfa büro temsilcimiz Halil Işık’ı arıyor, “Önemli bir haber var…” diyor, daha önce korucubaşı Sedat Bucak tarafından Siverek’e gelmemesi için tehdit edilen gazeteci arkadaşımız Nazım Babaoğlu’nun 12 Mart 1994 günü Siverek’e gitmesine neden oluyor. Siverek’te karşılaştığı Nazım’la en son konuşan bir tanığın gazeteye verdiği bilgiye göre, ona, “İrfan gazetesine uğrayacağım…” demiş. Odur budur Nazım’dan bir daha hiçbir haber alamadık…
*
Nazım’dan haber alamayınca, Özgür Gündem gazetesinin yöneticilerinden gazeteci arkadaşım Avukat Ferda Çetin’le aynı günün gecesi uçakla İstanbul’dan Adana’ya gittik, oradan da Avukat Ramazan Özkaya’yla birlikte karayoluyla Urfa’ya geçtik. Gittiği Harran ovasındaki köyü Külünce’nin yakınlarında 18 Şubat 1993 günü katledilen gazeteci arkadaşımız Kemal Kılıç’tan sonra büro temsilciliği görevini üstlenen Urfa bürosu eski temsilcimiz gazeteci arkadaşımız Bayram Balcı ile birlikte, insan kaçırma ve kaybetme dönemi olarak bilinen 1990-1996 yıllarında Urfa Valiliği görevinde bulunan, daha sonra ise üç dönem üst üste AKP’den Tekirdağ milletvekilliği yapan Bulgaristan Kırcaali doğumlu Tevfik Ziyaeddin Akbulut tarafından istemediğimiz halde zorla peşimize taktırılan polis korumaların eşliğinde Siverek’e, Nazım’ı aramaya, ondan bir haber almaya gittik. Polis eşliğinde gittiğimiz Siverek Emniyet Müdürlüğü’ndeki görevli polis şefi, savcının talimatı olmadan bize yardımcı olamayacaklarını söyledi…
*
Nazım’ı Siverek’e çağırdıktan sonra gazeteyle irtibatını kesen elden gazete dağıtımcımız Murat Yoğunlu’nun bilgisine başvurulması, polis marifetiyle konu hakkında ifadesinin alınması için hazırladığımız bir dilekçe ile bayram nedeniyle adliye lojmanlarındaki evine gittiğimiz nöbetçi savcı, bizi bayramlaşmaya gelen mahalle komşuları zannederek evine aldı, babacan bir adam edasıyla bayramlık koltuklarına buyurdu. Şeker ikramından sonra imzalaması için uzattığımız dilekçemizi okuyunca eli ayağına dolandı, birden nefesi kesildi, anında önceki güleç, misafirperver, bir o kadar da sempatik görünmeye çalışan savcı gitti, hayatının şokunu yaşayan asık surat bir savcı geldi, eline tutuşturduğumuz dilekçemizi kem küm ede ede imzalamak zorunda kaldı. Sinirlerine daha fazla hakim olamayan savcı, üstümüze bağırarak, “İnsanı bayramda da evinde rahat bırakmıyorsunuz. Gazeteciymiş, kayıpmış, haber alamıyorlarmış…” dedi, şeker ikramından sonra olabildiğince sevindirik olmaya çalışarak eşinden istediği çayların gelmesini beklemesi bir yana, bizi dövmekten beter ederek evinden kovdu…
*
Savcının imzaladığı elimizdeki dilekçe ile korumaların eşliğinde tekrar Siverek Emniyet Müdürlüğü’ne gittik, hep birlikte içeriye girmeye hazırlanırken, kente korku salmakla efsane olmuş zebellah “Bacanak”ın direksiyonundan eksik olmadığı şalvarlı, kefili kontrgerillanın kullandığı, insan kaçırmalarıyla meşhur bölgedeki “Beyaz Renault”ların sevk ve idare edildiğinden kuşkulandığım sivil plakalı Ford marka “Mavi Minibüs” de gelip tam karşımızda, Emniyet Müdürlüğü’nün bahçesinde park etti. Bizim aracı ben kullandığım için arkadaşlarımla içeriye girmekten son anda vazgeçtim, geri dönüp aracımın yanında beklemeye başladım. Daha önce de karşılaştığım, marifetlerinden haberdar olduğum minibüs beni, ben onu izlerken, beddua ede ede Emniyet Müdürlüğü’nden çıkan Nazım’ın mavi çarşaflı annesi, yaşamını yurtsever devrimci mücadeleye adamış ak saçlı güzel insanın, Nazım’ın babası İbrahim Amca’nın hayat arkadaşı Makbule Ana, yanıma kadar geldi, durdu, bana baktı, baktı, “Ne yapacağım şimdi ben, nereye gideceğim şimdi ben. ‘Oğlun bizde değil’ diyorlar. Benim oğlum gazeteci. Adı Nazım. Kayıp, haber alamıyoruz…” dedi. Ona, “Oğlunun arkadaşıyım, onun için buradayız, biz de onu arıyoruz, arkadaşlar içerde…” diyemedim. Gözlerim Mavi Minibüs’te onu dinliyorum sadece. Ona yardımcı olamayacağımı, bir şey diyemeyeceğimi anlayınca, çekip gitti, gözden kaybolana kadar onu izledim…
*
Çok geçmeden de Ferda, Ramazan, Bayram omuzları düşmüş olarak Emniyet Müdürlüğü’nden çıktı, araca bindik, biz önde, polis korumalar arkada, akşam karanlığına kalmadan Urfa’ya döndük. Arkadaşların anlatımına göre, polis, Murat Yoğunlu’yu Emniyet Müdürü’nün odasına getiriyor. Müdür, Murat Yoğunlu’ya Nazım Babaoğlu’nu tanıyıp tanımadığını, bir haber için onu telefonla arayıp aramadığını, Özgür Gündem’in dağıtımcısı olup olmadığını soruyor, o da sırıtarak, “Hayır, ne Nazım Babaoğlu diye birini tanıyorum ne de Özgür Gündem diye bir gazete biliyorum…” diyor. Bunun üzerine Emniyet Müdürü, bizimkilere dönüyor, pişkin pişkin, “Gördüğünüz gibi çocuk ne kayıp gazeteci arkadaşınızı tanıyor, nede gazetenizi biliyor. Çocuğa işkence edecek halim yok ya. Hem bildiğim kadarıyla işkenceye karşınız...” dedikten sonra Murat Yoğunlu’yu odadan çıkartıyor...
*
Aradan otuz yıl geçti, Nazım hala kayıp, hala onu arıyoruz. Özlemle, hasretle, saygıyla…