DİYARBEKİR’İN ZANAATKÂRLARI 1
Tek tırnaklı hayvanlar binek ve yük hayvanı olarak kullanılırlar, bu hayvanların ayakları bastıkları taş-toprak yüzünden aşınır, ayaklarına sivri uçlu cisimler, taş kırıntıları nal ile toynak arasına sıkışır ve hayvanlar rahat yürümezler…
Hayvanların rahat yürüyebilmesi için ayaklarına takılan demirden yapılan yarım daire şeklindeki cisme nal denir, nalı takan zanaatkâra da nalbant denir…
Nalbant Vezir; Saraykapıdan Arbedaşa doğru yönelince 10 metre ileride surların karşısında 2-3 metre kare genişliğinde bir kulübede nalbantlık yapardı… Güzel huylu, güleç yüzlüydü, sabırlı bır yapıya sahipti, en azgın atları tatlı diliyle sakinleştirirdi, atlarla adeta konuşurcasına, boyunlarını oksardı âyelelerini tarardı, atın neden huysuzlaştığını bilirdi, bazen eline kaşağı alırdı sırtlarını boydanboya kaşağılardı ve at sakinleşirdi ondan sonra ayaklarını suyla yıkardı, nal çakma işlemine ön hazırlık yapardı, o kaşağının hırç-hırç sesleri melodi gibi gelirdi bana…
Babamın da iki atı vardı, atların bakımlarını yapan Faik abi ile Hüseyin Abi de kaşağı yaparlarken izlerdim ve sorular sorardım:
-Abi bu ses nasıl çıki?
-Kaşağidan çıki, eğer bu ses çığisa kaşağıyi doğri kullanisan demağdır. Kaşaği kullanmak ustalığ ister, kaşağıyi ustaca kullanmazsan atın her yeri yara olur. O yüzden atlara aşinaydım, ilgiliydim de…
Vezir Amcayı görünce Ömer Seyfettin’i anımsardım, Ömer Seyfettin okurken de Vezir Amcayı anımsardım, benim için ikisi aynı kişiydi, iki kişiden bir kişi yaratmıştım, belleğime öyle kazınmıştı… Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” öyküsünden dolayı…
Bir nalbant dükkânında bulunması gereken ekipman araçlar; çekiç, örs, tırnak kesme aleti (Suntıraç), kerpeten, törpüler, jilet takılan aparat, huysuz atların dudaklarına takılan kıskaç, keski (Kayar), nal ve nal çivileri…
Keskinin diğer adı “Kayar”dır, atların ayaklarına saplanan taş cami her türlü çerçöpleri bu keskiyele temizlerlerdi…
Nalbantların nallanacak hayvanın tırnağını keserken kullandıkları keskin araca da “Suntıraç” denir…
Vezir Amcanın işyerine genelde at arabaları, paytonlar gelirdi, bıkmadan usanmadan nallama işlemini izlerdim keyif alırdım, tabiri caizse zevkten dört köşe olurdum.
Anımsadığım kadarıyla önce eriyen veya eskiyen nallar çıkarılırdı, aynı boyda nal seçilirdi, ayak bakımı yapılırdı, ayağın alt tabanı ıslatılırdı orağa benzeyen ama oraktan küçük bir aletle yani suntıraç ile ayağın etrafındaki fazlalıklar kesilirdi bir keresinde sordum:
-Vezir Emi onları kesisen niye kan akmi?
-Anan senin tırnağıni kesince kan a’ği?
-Yok ağ mı emi!
–Hah işte bız de atın tırnağıni kesiyiğ onun için kan ağ mi annadın mi! –He emi şimdi annadım!
-Vezir Emi bişey diyecağam?
–Sor paşam!
–Bu nallar ne işe yari?
-Ha bak şimdi, senin ayağında ne var?
–Ayakkabı…
-Hah işte, bu nallar da atların ayakkabılarıdır, bu nallar olmazsa atların ayakları kanar ve yara olur annadın mi?
–He annamışam Vezir Emi…
-Sizin komşınız Hacı Selim’de atlara elbise diki…
-Atların elbisesi olur mi ki?
–Bi gün get Hacı Babaya sor sahan anlatsın, olur mu olmaz mı sahan söyler?
-Tamam Vezir Emi soracağam…
İkinci işlem kesilen tırnakları törpüleme işlemi, gerçekten dikkat ve sabır isteyen bir meslekti; nalbantlık!
Bir anlık hata, dalgınlık atın parlamasına, tekme savurmasına ve sonu hastanelerde bitecek kazalara neden olur…
Üçüncü işlem nal çakma işlemiydi; daha önceden seçilmiş olan nal, örsün üstüne konurdu, bu işleme terazileme deniyormuş, nalın düzgün olup olmadığını test etmekmiş, nal düzgün değilse çekiçle düzeltilirdi…
Nal çakma işlemi bittikten sonra, törpüyle nalın etrafı törpülenirdi…
Bazı atlar huysuz olurmuş, ısırmaması için bu tür atların dudaklarına tahtadan makası andıran kıskaç takılırdı…
Nalbantlar aynı zamanda da veterinerlik hizmeti de sunarlardı, atların ayaklarına taş, cam, çivi, kıymık v.s gibi şeyler saplanınca nalbantlar o cismi çıkartıp bir nevi ameliyat işlemini yaparlardı…
Atların görmesini engelleyen bir perde inermiş gözlerine, katarakt gibi düşünün, atı yatırıp ayaklarını bağlarlar, ağzına kıskaç takıp jileti bir aparata takıp gözdeki o perdeyi aldıklarını bir çok kez gördüm, akan kanı temizler bir tür pansuman yaparlardı ve atın gözleri bir süreliğine pansumanlı olarak bağlı kalırdı!
Berberler de öyleydi, diş çekerlerdi, sünnetçilik yaparlardı, tırnak batmalarını, yüzdeki-vücuttaki benleri, kan çıbanlarını alırlardı…
O zamanlar öyle diş ağrısı, baş ağrısı, küçük kesikler, kafa yarılması için kimse doktora, hastanelere gitmezdi hatta kırık-çatlaklar içinde gidilmezdi, bu işin yapan amcalar-teyzeler vardı…
Vezir Amcanın dükkânın önünde her zaman büyük bir gaz varili vardı, aynı zamanda gaz ve ispirto da satardı, devir gazocağı devriydi…
Mahalleli gazı oradan alırdı, herkese ispirto satmazdı, özellikle çocuklara…
Devir yoksulluk devriydi, ispirto içenler vardı, tanıdığı çocuklara ispirto satardı…
Belli saatlerde de buz satardı, kimsede buzdolabı yoktu, buz almak bana eğlenceli gelirdi o sıcaklarda serinliyordum…
Saraykapı semtinde at ticareti yapanlar vardı, Selim Abi Manisa’dan payton ve at getirirdi, at arabacılara, paytonculara satardı…
Bir de Şeref Amca vardı, at yetiştirirdi ama o koşu atı yetiştirirdi, bu atlar Şeref Amcanın gözetiminde ilk koşularını Saraykapıdan çeltik fabrikasına kadar gerçekleştirdi, ilk koşu çok tehlikeliydi bazen tay-at parlardı başıboş koşardı, o yüzden Şeref Amca yolu boşaltmadan tayı veya atı koşturmazdı, yolu boşaltmayan çocuklara kızardı, olur olmaz kazaları önlemek için…
İlk zamanlar paytoncular borsası-kahvesi içkalede Artuklu kemerine-Aslanlı Çeşmeye yetişmeden soldaydı, sonradan Emek Sinemasına yetişmeden Paytoncular Kahvesi-Borsası buraya taşındı…
Mahallemizde bir de Jokey Amca vardı, adaşımdı, biz jokeyin ne olduğunu bilmiyorduk ilk zamanlar, joker derdik ve tuhafımıza giderdi, iskambil kağıdındaki jokere bakardık hiç Aziz Amcaya benzemiyor deyip gülüşürdük, telaffuz hatası işte!
24. 02. 2024
Aziz Erim