Günümüzde sıkça karşılaştığımız bir durum var: İnsanların, duydukları her haberi araştırmadan doğru kabul edip hemen bir yargıya varması. Hele ki bu durum, bir Müslüman kardeşini hedef aldığında, işin ciddiyeti ve vebali daha da büyüyor. Oysa İslam ahlakı, önyargıyı, zanla hareket etmeyi ve peşin hükümlü olmayı açıkça yasaklar. Bu hafta insanların özellikle kendini iyi bir müslüman olarak konumlandıran kişilerin yapmış oldukları en büyük hatalardan birini köşeme taşımak istedim: Karalama.
Kur’an-ı Kerim’de, Hucurât Suresi’nin 6. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurur:
"Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın; yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük eder, sonra yaptığınıza pişman olursunuz."
Bu ayet, bir Müslümanın her duyduğuna inanarak hareket etmesinin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak ne yazık ki, bugün birçok kişi, yalnızca bir tarafı dinleyip diğer tarafın söz hakkını bile sorgulamadan hüküm veriyor. İnsanları yargılamak, suçlamak ve hatta kötülemek için sabırsız davranılıyor. Hatta eline böyle bir fırsat geçtiği için açıkçası seviniyor. Sonra o kişiyi gördüğünde hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor.
Peki, bu tavır İslam ahlakıyla ne kadar bağdaşır? Efendimiz (s.a.v.), bir davada karar verirken her zaman iki tarafı da dinlemiş, olayların arka planını öğrenmeden hüküm vermekten sakınmıştır. Buna rağmen bizler, O'nun ümmeti olarak, kimi zaman yalnızca bir kişinin bize getirdiği habere dayanarak insanları karalamaktan çekinmiyoruz. Olayın arka planında niyetlerin ne olduğunu bilmeden hüküm veriyoruz. Çamur at izi kalsın mantığıyla yapılan bu tür dedikodu veya olmuş bir olayın iç yüzünü bilmeden yapılan zanların bir gün dönüp bizi vuracağını unutmayalım
Hâlbuki İslam, zanla hareket etmeyi men eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Zandan sakının! Çünkü zan, sözün en yalanıdır” buyurmuştur. Zan; ne bir delildir ne de bir gerçektir. Kardeşine hüsnüzan yerine suizan besleyen bir kişi, önce kendi imanını sorgulamalıdır.
Bir insan, "Müslümanım" dediği an, İslam’ın ahlakını, adaletini ve sabrını hayatına yansıtmalıdır. Sadece ibadetlerle değil, davranışlarla da İslam’ı temsil etmelidir. Ancak görüyoruz ki, bazıları sadece şeklen Müslüman gibi davranıp, özde bu ahlakı yaşamıyor. Hemen hüküm veren, yargılayan, suçlayan bir kişi, İslam'ın özüne ne kadar bağlı olabilir?
Özellikle bu durumdaki kişiler bir de yönetici konumunda ise bin düşünüp bir adım atmalıdır. Örneğin bir derneğin, sendikanın ya da bir kamu kurumunda yönetici olanın daha da hassas davranması gerekmektedir. Kendisine gelen bilgileri daha iyi süzerek karar vermek zorundadır. Maalesef geldiğimiz noktada insanlar küçücük bir menfaati uğruna herkesi karalayabilmektedir. Buna göre karar verecek yöneticilerin vay hallerine. Eee hani sözde pardon özde Müslümandık. O sözde Müslüman yöneticilere, İslam'da yöneticinin sorumluluklarını ve yöneticinin ahlakını nasıl olması diye basılan kitapları iyice okumalarını tavsiye ederim. Tabi dedikodu ve insanları çekiştirmeden fırsat bulabilirlerse...
Son Söz;
Bir Müslüman, her zaman adaletin yanında olmalıdır. Adalet, sadece doğruyu savunmakla değil, yanlış bir hüküm vermemekle de ilgilidir. Kimse, duyduğu her söze hemen inanarak başkalarının hakkını ihlal etme lüksüne sahip değildir. İki tarafı dinlemeden, olayların derinine inmeden verilen her karar, sahibini hem bu dünyada hem de ahirette zor durumda bırakır.
Unutmayalım, Müslüman, hakikatin temsilcisidir. Hakikati aramadan hüküm veren kişi, kalıbının adamı olmayı değil, yalnızca kalıbını taşımayı başarır. Gerçek bir Müslüman olmak istiyorsak, İslam ahlakını sözde değil, özde yaşamalıyız.