Kayyum kararının seçim öncesi süreçte alındığına dikkat çeken Çiftyürek, “Güvenli Bölge” mutabakatında istediğini tam olarak alamayan Türkiye’nin kayyumlar marifetiyle Kürtlere karşı bir Pirus zaferiyle teselli bulmaya çalıştığını ifade etti.
Kürdistan Komünist Partisi / Partiya Komunîst a Kurdistan (KKP) Genel Sekreteri Sinan Çiftyürek, Diyarbakır, Van ve Mardin’e atanan kayyumları ve kayyumlarla Rojava’daki “Güvenli Bölge” ilişkisini Tigris Haber değerlendirdi.
Kayyum kararı baştan verilmişti
Kayyum kararının seçim öncesi süreçte verildiğine dikkat çeken Çiftyürek şunları söyledi: “31 Mart seçim sürecinde gerek Cumhur İttifakı liderleri, Erdoğan ve Bahçeli, gerekse de her iki partinin de yöneticileri sıkça Kürt halkına mesaj verdiler; ‘siz seçerseniz biz beğenmezsek yeniden kayyum atarız’ diye. Bütün bu mesajlara, baskı süreçlerine rağmen seçildiler. Tabii bu süreçte Kürt siyaseti AKP ile değil bir devlet partisi ile yarışa girdiler. Bu arışta Kürt siyaseti sınırlı birçok yerde seçimi kaybettiler ama büyük şehirlerde kazandılar. Tabii Kürt siyasetindeki bu kayıplar da devletin özel planıydı. Seçimler sonuçlandıktan sonra mazbataların geciktirilerek verilme süreçlerinde de devlet şu mesajı verdi: ‘Biz inceliyoruz ve gerekirse görevden alırız’. Ve nihayetinde de devlet dediğini yaptı ve belediyeleri aldı. Aslında taa işin başında karar verilmişti.
Kayyumlardan bir süre önce Murat Yetkin yazı ve bunun kokusu geliyordu. Yani, bir kayyum bekleniyordu. Yine yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ardından Bahçeli satır aralarında bunun işaretini verdiler. Erdoğan dedi ki, “Ağustos ayı bizim tarihimizde zaferler ayıdır ve inşallah bu Ağustos’ta da Allah bize bir zafer bahşeder’. Devlet Bahçeli de bunu destekledi: “Allah bizi zaferden yoksun bırakmasın’ diyerek. Tabii kastedilen asıl zafer Ağustos ayında Rojava’da baştan sona “Güvenli Bölge” adı altında bir işgal hareketiydi. Ancak bu gerçekleşmedi. Tam da bu beklenti gerçekleşmediği için bu hayal kırıklığını içeriden kayyumlarla gidermeye çalıştılar. Yani, yine güçleri içerideki Kürtlere yetti. Bölgenin üç büyük belediyesine kayyum atayarak bir “zafer” kazandıklarını sandılar. Bu “zafer” o meşhur Pirus zaferidir. Yani, kazanılırken aslında kaybedilen bir zaferdir. Tabii Rojava’da istediklerini gerçekleştirmiş olsalar da kayyumları atayacaklardı ama tabii bu kadar erken olmayacaktı.”
“AKP baltayı ayağına vurdu”
AK Parti’nin kayyumlarla iki referansının elinden gittiğini belirten Çiftyürek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kuruluşundan beri AKP’yi vareden ve elinde en güçlü propaganda malzemesi olan iki referansını AKP kendi eliyle ortadan kaldırdı. Birincisi, millet iradesi. Demokrat Parti’den beri, ‘söz milletin, irade milletin’ vurgusuna işaret eden AKP’ye Kürt halkı soruyor; sizinki millet iradesi de bizimki soğan kabuğu mu? Kürt halkınınki irade değil mi? Üstelik sizin kendi yasalarınızla belirlediğiniz bir seçim sürecinde bu irade ortaya çıktı. Bu yasaları Kürt halkı belirlemedi. İktidarda olan sizsiniz ve her şeyi siz belirlediğiniz her türlü tedbiri siz aldınız. Oyunun her türkü kurallarını siz koydunuz ama o kurallar içinde bile Kürt halkı iradesini ortaya koyarak kayyumların elinde belediyelerini aldı. Şimdi sormak lazım, hani millet iradesiydi? Kurallarını sizin koyduğunuz koşullar içinde tecelli eden millet iradesini neden tanımıyorsunuz? AKP bu tavrıyla ayağına baltayı vurmuştur. Biz inanıyoruz ki, bu adım onların tükenişidir. Sadece Kürt halkı değil, AKP’ye Batıda oy veren önemli bir damar da buna hayır diyecektir.
AKP’nin kuruluşundan beri işlediği ikinci referansı ise askeri ve sivil darbeler meselesidir. Milli Görüş geleneğinden geldikleri için bu konuda mağduriyetlerini dile getiriyorlardı. Bu konuda CHP’ye yönelik de ağır eleştirilerde bulunuyorlardı. Ama Bütün bunları bir yana bırakıp iki defa Kürt halkına karşı (Kayyumlarla) sivil darbe yaptılar. Kayyumları kesinlikle sivil darbe olarak algılamak lazım. Kürt halkının seçilmiş iradesi atanmışlarla sivil bir darbe ile elinden alındı. Bu iki referansı rafa kaldırması AKP’nin çöküşüdür.”
“İki ayrı dünyanın iki ayrı yönetim tarzı”
Büyükşehir belediye başkanlarının görevden alınmasına ilişkin olarak ise Çiftyürek şu ifadeleri kullandı: “Üç büyük belediye başkanımızın görevden alınma gerekçelerine yönelik “Suç” olarak öne sürdüklerine bakıyoruz hepsi de geçmişe yönelik iddialar. Peki, sormazlar mı, bunlar geçmişe dönük ve “Suç” olarak değerlendirdiğiniz olaylar ise neden bunların seçime girmelerine izin verdiniz? Eğer bu isnatlar elinizde önceden var ise siz bunları “suç” olarak görüyorsanız neden adaylık sürecinde bunlara itiraz etmediniz? Yine, KHK’liler için de aynı şey oldu. Demek ki, bütün bunlar bir plan dahilinde yapılıyor ve iddia edilen söz konusu suçlamalar aslında bir bahane. Bunlar ipe un serme hikâyesinden başka bir şey değildir. Eğer iddialar gerçek, öne sürülenler neden olsaydı zaten o başkanları seçime sokmazlardı. 31 Mart’ta seçimi kazanan ve gecikerek de olsa mazbatalarını alan belediye başkanlarının ilk icraatları belediyelerin önündeki barikatların kaldırılması oldu. Yani, halkın evi halka açıldı. Peki, kayyum ne yaptı; yeniden belediye etrafına bariyerler kurarak burayı halka kapattı. Bu aslında iki ayrı dünyanın iki ayrı yönetim tarzının göstergesidir.”
“Kürt halkı asla ve asla rejimin oyununa gelerek sandığa olan ilgisini azaltmayacaktır”
Süreklileşen kayyum atamalarının Kürt seçmenin sandığa ilgisini azaltma ihtimali üzerine değerlendirmelerde bulunan Çiftyürek, şöyle konuştu: “Belki de iktidar ve rejimin stratejistleri tam da Kürt halkında bunu yaratmak istiyorlar. Türkiye seçmeni içerisinde en bilinçli seçmen Kürt seçmendir. Şimdi tam da bu seçmen iradesini zayıflatmak, seçime ilgisini kırmak istiyorlar. Ama bizim kanaatimiz odur ki, Kürt halkı bu seçimde bir şeyi gördü. Halkın elinden her türlü silahtan daha güçlü bir imkân var ve o da sandıktır. Son seçimlerde halk bu imkânı çok daha güçlü fark etti, çünkü sandıkta iktidara büyük şehirleri kaybettirebileceğini gördü. Kürt seçmen dedi ki, AKP seni sandığa gömdüm ve CHP sen de AKP’nin yolunda ilerlersen seni de sandığa gömerim. Kürt halkı sandığın gücünü fark etmişken ve bu sayede hükümetleri değiştirebileceğini görmüşken bundan vazgeçmez. Kürt halkı asla ve asla rejimin oyununa gelerek sandığa olan ilgisini azaltmayacaktır.”
Kayyum karşısında CHP’, Saadet Partisi, İYİ Parti sınavda
Kürtlere uygulanan kayyuma karşı muhalefet partilerini göreve çağıran Çiftyürek, “Kürt halkı son seçimlerde çok güçlü bir demokrasi dinamiği olduğunu ortaya koydu. CHP ve hatta İYİ Parti, Saadet Partisi tam bir sınav ile yüzyüzedirler. Dün eğer CHP İstanbul başta olmak üzere birçok büyük belediyeyi alabildiyse burada Kürt halkının iradesinin rolü belirleyicidir. İYİ Parti bazı belediyeleri aldıysa her şeye rağmen Kürt halkı bilinçli davranarak, gerektiğinde zehri yutarak oyunu kullanmış, ona destek vermiştir. Saadet Partisi Şanlıurfa’da, Adıyaman’da oylarını arttırdıysa bunda Kürt halının rolü vardır. Şimdi Kürt halkı zor durumdadır. Demokrasi tek yanlı işlemez. Biz deriz ki, kirvelik iki başlıdır. Dün Kürt halkı demokrasi cephesinin güçlenmesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Şimdi ise sınav CHP’de, Saadet Partisi’nde, İYİ Parti’de. Gün onların, Türkiye demokrasi güçlerinin, Kürt halkının iradesine konulan ambargoya karşı tutum almalarıdır. İnanıyoruz ki, bu tutum önümüzdeki süreçte yeni bir iktidarın yolunu açacaktır. AKP, iktidardan gideceğini görmüştür ve onun için de elinden ne geliyorsa yapıyor. Yani, artık bu onların son çırpınışlarıdır.” diye konuştu.
ABD’nin yaptığını Türkiye neden yapamıyor?
Kayyum atamaları ile “Güvenli Bölge” meselesi arasındaki ilişkiye vurgu yapan Çiftyürek, şunları dile getirdi: “Rojava’da bir taş kaldırıldı ve kırk taş yerinden oynadı. ABD ile Türkiye kerhen de olsa bir “Güvenli Bölge” üzerinde bir araya geldi. Ama burada ne ABD’nin ne Türkiye’nin ne de Rojava’da Kürt halkının siyasi iradesinin istediği tam olarak gerçekleşmedi. Söz konusu mutabakatın uçları özellikle açık bırakıldı. Çünkü aslında bu gerçek manada bir mutabakat değildi. Açık uçlu bir mutabakat ve süreç içerisinde herkes kendi gücüne göre kartını açacak. Yani, hesaplar ayrıntıda saklı. Şuan hâlihazırda sıkıntılar baş gösterdi. Urfa merkezli mutabakat merkezi ise daha çok anlaşmanın sorunlarını çözmeye dönük bir mutabakat merkezi olarak işlev görmektedir. Ama her şeye rağmen ABD ile Türkiye’nin ortaklaşması önemli bir gelişme. Ama tabii “Güvenli Bölge” meselesi tam bir muamma olsa da herkesi kendine göre tarif etse de bu gelişme Rojava’ya dönük yakın bir işgal hareketini sekteye uğrattı. Bir başka husus, artık Türkiye tek başına Rojava’ya dönük bir askeri müdahale yapamayacak. Üçüncüsü, Türkiye’nin doğu eksenine daha fazla yakınlaşmasının önüne geçildi. Yani, başını Rusya’nın çektiği, İran ve Suriye’nin destek verdiği ittifakın tüm bu gelişmelerden dolayı kaşları çatıldı. Çünkü ABD Türkiye yakınlaşması Rusya için bir sorun. İkincisi, “Güvenli Bölge” mutabakatını Suriye bir işgal hareketi olarak gördü. Ama tabii bütün bunlar bir yana Rusya ve Suriye şöyle bir alt hesap da yaptı. Rojava’ya dönük bir Türkiye müdahalesi Kürtleri Şam’a daha fazla yakınlaştırır. Yani, Suriye hem “Güvenli Bölge” adımını bir işgal hareketi sayıyor ama bir yandan da Türkiye’nin Rojava’ya dönük uyguladığı basıncın devamını istiyor. Rusya’ da keza hem işgal diyor hem de Ortadoğu’da Türkiye gibi bir forvetle çalışmanın imkânlarından yoksun kalmak istemiyor.
Türkiye S-400 meselsinde ABD’nin kırmızıçizgisini pembeleştiren bir forvettir Rusya için. Yani, Rusya açısından Türkiye’nin ABD’ye rağmen bir Rojava işgali Rusya’nın işine gelmese de ABD ile Türkiye’nin arasının açılması noktasında bir başka açıdan işine geliyor. Çünkü Türkiye’nin bu adımı ABD’yi bölgede sıfırlama niteliğine sahiptir. O yüzden Rusya Türkiye’nin ABD’ye bir gol atmasını istiyor. Güvenli Bölge adımından sonra Rusya/Suriye İdlip’e yönelik askeri müdahaleyi hızlandırdı. İdlip’in kapısı olan Han Şeyhun kasabasına Suriye rejim güçleri girdi. Bu gelişmeyle birlikte o bölgede yaşayan 3 milyon kişi yeni bir mülteci dalgasını başlattı ve bu dalganın ilk öncüleri de Türkiye sınırına dayandı. Bu bölgede 50 bin cihadist var ve bunlar herhalde bölgeden buhar olup uçmayacaklar. Bunlar ya Suriye rejim güçlerine teslim olacaklar ya Türkiye’ye sınırına dayanacaklar ya da yok olacaklar. Bu noktada Türkiye tam bir açmazla yüz yüzedir. Türkiye eğer Fırat’ın doğusunu işgal edebilseydi, İdlip’ten gelenleri bu bölgeye aktarabilecekti. Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik hesabı tutmayınca sıkıştı. Tabii burada ABD ve Türkiye İdlip savaşının bitmesini istemiyor. Çünkü orası rejim güçlerinin eline geçtiğinde sıra Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere gelecek. İdlip sonrası Afrin ve Şehba gündemde olacaktır. Ancak ABD bir on yıl daha Suriye savaşının devam etmesinden yana. Çünkü ABD’nin hesabı henüz gerçekleşmiş değil. Musul’dan kalkan ve bütün Rojava’yı boydan boya kesen ve Lazkiye’nin kuzeyinde Akdeniz’e ulaşan M-4 karayolu üzerinde yoğunlaşan bir savaş var. ABD’nin hesabında Kürtlerin Akdeniz’e ulaşması var. İdlip yolu kapanınca Ebu Kemal üzerinden Ürdün ve İsrail hattından Akdeniz planı işletildi ve buna da İran, Suriye birlikleri müdahale etti. Şuan SDG güçleri ile Suriye rejimi arasında Ebu Kemal’de kıyamet kopmaya devam ediyor. Özet olarak Rojava meselesi kendi başına bir sorun değildir ve küresel güçlerin projeksiyonuyla bağlantı içerisindedir. Burada tam da Türkiye’ye bir soru sormamız lazım. Türkiye 10 bin km. öteden ABD’nin gelip bölgede inisiyatif geliştirmesine itiraz ediyor ve kendisinin Rojava ile 910 km. sınırı olduğunu dile getiriyor. Eski Osmanlı bakiyesi olarak gördüğü topraklarda ABD’den daha çok hakkı olduğunu belirten Türkiye’ye şu soruyu sormak lazım. Bin yıldır Türklerle Kürtlerin kardeş olduğunu söylüyorsunuz. Peki, ABD Hıristiyan bir devlet olarak 10 bin km öteden gelip kendi emperyal çıkarlarıyla Kürtlerin çıkarlarını birleştirip Kürtleri yanına çekebiliyor da siz neden bin yıllık kardeş olduğunuz Kürtlerin çıkarları ile kendi çıkarınızı neden örtüştüremiyorsunuz? Burada Türkiye’nin derin derin düşünmesi gerekiyor. Türkiye Kürtlere karşı red ve inkâr politikalarında ısrar ederse, Kürtlere sınır içinde ve dışında bir statü tanımaktan geri durursa o zaman Kürtlerin ulusal çıkarları ABD’nin emperyal çıkarlarıyla örtüşür de Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüşmez. Türkiye’nin ve İran rejiminin bunun üzerinde düşünmesi lazım. İran yine esneyebiliyor ve küçük de olsa bir Kürt eyaleti var ve gerektiğinde bunu genişletmeye de açık. Türkiye ise ‘ya kırılırım ya da Kürdü bitiririm’ diyor. Bu tehlikeli bir tutumdur. Dileriz Türkiye devletinin aklıselim sahipler, devlet adamları, iktidar sahipleri bu tutumu daha fazla sürdürmezler.”
Ali Abbas Yılmaz /Özel