Günümüzde, özellikle yaklaşan ABD başkanlık seçimleriyle birlikte, "politik tribalizm" kavramı giderek daha fazla dikkat çekiyor. Bu terim, aslında siyaset bilimi literatüründe pek kullanılmıyor; ancak son yıllarda gözlemlediğimiz bazı dinamikler, bu kavramın açıklayıcı gücünü artırıyor. Elon Musk’ın Trump’a desteği ve Demokratların kendi içinde gösterdiği güçlü bağlılık gibi olaylar, politik tribalizmin ABD’deki tezahürlerine örnek olarak gösterilebilir. İlginç bir şekilde, bu yeni tür aşiretçilik, hala geleneksel kabile yapılarının varlığını sürdürdüğü bölgelerden değil, modern demokrasilerin merkezlerinden doğuyor.
Aşiretçilik, kan bağıyla birbirine bağlı bireylerin bir lider etrafında toplanarak oluşturduğu bir sistem olarak bilinir. Geçmişte Ortadoğu ve bazı Afrika ülkelerinde yaygın olan bu yönetim tarzı, ulus-devletlerin ve cumhuriyet rejimlerinin ortaya çıkmasıyla gerici bir pratik olarak görülmeye başlanmıştı. Çünkü bu yeni yönetim biçimleri, bireylerin kişisel çıkarlarına göre bir araya gelerek oluşturduğu siyasi partilerin ön plana çıktığı bir düzeni hedefliyordu. Bu sistemde, en fazla bireye sahip olan aşiretin iktidarı ele geçirmesi gibi bir tehlikenin önüne geçmek amaçlanıyordu. Oysa günümüzde, "politik tribalizm" olarak adlandırılabilecek bir olgu, farklı bir biçimde yeniden karşımıza çıkıyor.
Elon Musk’ın Trump’a olan desteği veya Demokratların birbirine olan bağlılığı, modern aşiretçiliğin ABD’de nasıl ortaya çıktığını gösteriyor. Burada ilginç olan, politik tribalizmin, aslında bireylerin zihnine hükmeten yeni bir liderlik biçimi haline gelmesidir. Modern demokrasilerdeki siyasi partiler, kan bağına dayalı aşiretler gibi, üyelerinin sadakatini talep ediyor ve liderlerinin görüşlerini mutlak doğrular olarak kabul ettiriyor. Bu duruma eleştirel yaklaşanlar dahi, topluluğun dışına itilme korkusuyla düşüncelerini dile getiremeyebiliyorlar.
Ortadoğu’ya bakıldığında ise benzer bir durumun farklı bir versiyonu görülebilir. Geleneksel kabile yapılarının hâkim olduğu bu bölgelerde, siyasi parti liderlerinin düşünceleri, neredeyse aşiret liderlerinin kutsal öğretileri gibi algılanıyor. Bu bölgelerde insanlar, bir siyasi partiye değil, parti liderinin söylemlerine sadakat gösteriyor ve liderin ağzından çıkan her sözü doğru kabul ediyor. Kritik bir değerlendirme yapma alışkanlığı olmadan, bireyler kendilerini liderin düşünceleriyle özdeşleştiriyor ve farklı bir görüş dile getirmeyi, gruptan dışlanma riskiyle karşı karşıya kalacakları için tercih etmiyorlar.
Böylece, modern dünyada hem Batı'da hem de Doğu'da farklı biçimlerde tezahür eden politik tribalizm, bireylerin düşünce ve davranış kalıplarını yeniden şekillendiriyor. ABD'deki "biz" ve "onlar" ayrımının netleşmesi veya Ortadoğu'daki lider odaklı sadakat, bu olgunun farklı yüzlerini ortaya koyuyor. Bireyler, ait oldukları topluluğun fikirlerine ters düşmektense, yanlış olduğunu düşündükleri bir düşünceye bile boyun eğmeyi tercih edebiliyorlar.
Cumhuriyet rejimlerinin ve modern siyasi sistemlerin, aşiretçiliğe karşı doğal bir duruş sergilemesi bir tesadüf değil. Çünkü aşiret sisteminde liderin görüşleri, grup içinde tartışmasız bir doğruluk kazanır ve bu da eleştiriyi neredeyse imkansız hale getirir. Ancak günümüzün politik tribalizmi, kan bağına dayanmayan yeni türden bir aşiretçiliğin, aynı eski kalıplarla gelişmeye devam ettiğini gösteriyor. Bireyler, artık aşiret liderlerine değil, siyasi parti liderlerine sadakat gösteriyor ve bu sadakat, demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan eleştirel düşüncenin önüne geçiyor.
Sonuç olarak, politik tribalizm, hem Batı'nın modern demokrasilerinde hem de Doğu'nun geleneksel toplumlarında, bireyin özgürlüğünü ve düşünce bağımsızlığını tehdit eden bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bu yeni aşiretçilik, kan bağına dayalı eski yapılar kadar güçlü bir şekilde, bireylerin zihinlerini şekillendirmeye devam ediyor.