Mîrê romana Kurdî Kek Mehmed Uzun’la ilk defa İstiklal caddesinde, Galatasaray lisesinin tam önünde tesadüfen karşılaştık. Ayak üstü kendimi tanıttım. O sıralar çalıştığım haftalık Azadiya Welat gazetesi için röportaj yapma sözünü aldım, en kısa zamanda görüşmek üzere sözleştik, ayrıldık. Adı lazım olmayan bir arkadaşımızın itirazına takıldım, ne yaptımsa da eften püften politik gerekçelerini, siyasi dedikodularını aşamadım, çok istediğim halde onunla röportaj yapamadım, onu arayamadım, söz içimde kaldı. Birkaç defa daha aynı caddede onunla karşılaştık, olur ya beni hatırlar, röportaj konusu açılır diye hep yolumu değiştirdim, gereksiz kaygılara düşerek onunla göz göze gelemedim. Her seferinde arkasından bakakaldım, yolunu kesip iki lafın belini kıramadığım, daha doğrusu biraz daha yakından tanıma, onunla dost olma fırsatını kaçırdığım için hala içim içimi yiyorum, kendimi eksik yaşamış gibi hissediyorum…
*
Doğrusu Kek Mehmed Uzun, benim için sadece bir Kürt romancısı, bilge bir Kürt aydını, gıptayla izlediğim bir beyefendi değildi, onunla aynı şehirde, aynı sokaklarda, aynı meydanlarda büyümüştüm, onun gibi Ahmed Arif’in şiirlerine can olmuş, hüzünle geçen çocukluğuna yoldaş olmuş efsane Kanlıkuyu’daki bilmem kaç asırlık dut ağacının gölgesinde soluklanmıştım, kadim şehrimiz Siverek’in kalbi Şeytan kuçesini, illaki hayranı olduğum Gümrük Hanı’nı çocuk yüreğimle arşınlamıştım, güzelim Kaniya Serebê’den su içmiştim, her renkten gülün, çiçeğin dört bir yanını süslediği, nar ağacı eksik olmayan kalın taş duvarlarla çevrili avlularında, her daim kavga ile geçen lanetli sömürge hayatını iliklerine kadar belleyerek büyümüştüm, düşe kalka kendim olmuştum. Köyde olsam, köylü kalsam, onu Mehemedê Birodirêjan olarak belleyeceğim, dahası aşiretlerin hesabıyla kendimi biraz daha zorlasam pismam diyebileceğim Kek Mehmed Uzun’la olması gerektiği kadar yakın durmamanın, belki de duramamanın hayıflanmasını hep yaşadım demekle yetineyim, geçeyim…
*
En son Amed’de, kendini Diyarbekir’in kollarına bıraktığı, ilet hastalığı ile boğuştuğu günlerde onu son bir defa daha gördüm, çok geç de olsa onunla sohbet etme, daha bir yakından onu tanıma, onunla tanışma fırsatım oldu. Sevgili dostum Mamoste Murat Aburşu’nun akıl etmesiyle, can Şeyhmus Diken’le birlikte onu ziyaret ettim. Beni hatırlamadı, daha önce hiç karşılaşmamış, Murat Hoca’nın muzip gülüşmelerine rağmen onunla hiç tanışmamış gibi davrandım, zamanın siyasi bariyerlerine takılan röportaj konusunu açmadım, o hasta haliyle tatsızlığıma ortak etmek istemedim. O kısacık zamanda Siverek üzerine sohbet ettik, Kürtçe yazmanın önemi üzerinde durduk, o aralar çıkardığımız Medlife dergisini konuştuk, daha önce görüşememenin, bir araya gelememenin eksikliğini paylaştık, daha fazla yormamak için başka bir zamanda buluşmak, dergiyi ayrıntılı konuşmak üzere ayrıldık. Ne yazık ki bu son görüşmemiz oldu, bizim Siverek’ten İsveç’in başkenti Stokholm’a, oradan da gülistanımın kalbi Amed’e uzanan soluksuz yaşamı boyunca binlerce zorlu, zahmetli bariyerle baş edebilmiş gül yüzlü adam, Kek Mehmed Uzun, son bariyeri aşamadı, ne acı ki ilet hastalığa yenik düştü, bu dünyadan göçüp gitti, kendi olabilmiş özgür bir insan olarak, belki de özgür bir Kürt olarak demeliyim. Hasretle, özlemle, saygıyla…