Mezar Yersizlik!

Şeyhmus DİKEN

 

 

Ey şol mezarın kutsal ağacı 

  Eller açıldığında Tanrı'ya de ki 

  Geçmişten bugüne sakladığım her meyvem 

  Unutulmaz bir acıya duacı

  Gül kokulu dardağan

                Bedros Dağlıyan



 

İnsan tekinin yaşıyorken yurdundan uzaklara düşmesi, sürgün edilmesi, ülke, vatan, yurt hasretiyle özlem duyması anlaşılır ve olağan bir hâldir.
Sürgünlüğün, uzak düşmenin bizatihi kendisi olağan olmasa da "muhalif"  kimlikli olmanın diğer adıdır sürgünlük.
Ve gariptir ve tuhaftır!

Sürgünlük ne denli uzun sürerse birgün elbet uzak düşülen vatan toprağına her sürgünün dönme umudu vardır. Bir gün elbet dönülemez ise şayet, uzak ülkelerin kokusunun sindiği tabutun ülke topraklarıyla buluşacağı umudu vardır hep.
Son bir kaç yıl içinde bir kaç politik sürgün arkadaşımın cenazesini dostlarla defnetmek görevi bana da düştü.
Bütün bunlar tamam da!
Toprağıyla buluştukları halde mezar yerinin, toprağının yeri yurdu bilinmeyenler ne olacak!
Orta yerde duran yanıtsız sorudur bu!
Defalarca yazıldı.
Bir kez daha yazılmış olsun, ne çıkar!
1925 yılının 29 Haziran'ında Dîyarbekir'in Dağkapı Meydanında silah arkadaşları ile birlikte dar'a çekilen Şêx Seîd'ê Kal.
1937 yılının 15 Kasım'ında Elazığ'ın Buğday Meydanında dar'a çekilen Dêrsimli Seyit Rıza.
1960 yılının 23 Mart'ında Urfa'da İpek Palas'ta vefat eder, Mela Seîd'ê Kurdî (Nursî). Halil-ul Rahman Dergâhına defnedilir. Ama Temmuz ayında mezarından çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürülür. Mezar yeri hâla bilinmemektedir.
Bütün bunları neden yazdım?
Durduk yerde değil tabi!
Geçtiğimiz hafta sonu "Şeyhin Dar'dağanı" yazımı yazıp paylaştıktan sonra, çokça geri bildirim aldım.
Hafızanın güncellenmesi anlamında bu tür hatırlatmalar ve bellek tazelemeler önemli.
Şimdi bütün bu anımsatmalardan sonra bize düşen nedir? sorusunu çıkıp birileri elbette sorabilir.
Yanıtı çok açık ve nettir.
Bir kaç yüz sene evvel vefat etmiş ve defin yeri bilinmeyen ama yaklaşık olarak tahmin edilen bir inanç şahsiyeti adına kentin bir sokağında "İnanç ehli" zatı muhteremler kenti kendilerine göre dizayn ettikleri "sahabe şehri" simgeselliği ile kurgulayıp asıl realiteyi görmüyorlarsa o zaman oturup düşünmek gerek.
Demek ki değerlerimize biz sahip çıkacağız. Ape Musa'ya, Mehmed Uzun'a ve diğerlerine olduğu gibi.
Şeyhin Dar'dağanı yazımda vurguladığım gibi Dağkapıdaki o özel hastahane binası ile, orduevi binası ve eski öğretmen okulunun tam orta yerine denk gelen bölgeye hiç değilse bir bazalt taş dikelim ve üstüne de bir plaket yazalım: "Burada bir ehli kıyamın, Şêx Seîd'ê Kal'ın yattığı ifade ediliyor. Ruhu şad olsun. Bizleri bağışlasın, geç kaldığımız için..."

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.